Allah (CC) sırrını kutsasın; babamdan gördüklerim:
Yaşım 8-10 arasında iken şiddetli soğuk nedeni ile tehlikeli bir hastalığa tutulmuştum. Bu arada kış pek şiddetli ve soğuk geçmiş idi. Soğuğun şiddeti ve karın oluşturduğu yükseklik insanları tahammülsüz bir hale getirmiş idi. Ava olan düşkünlüğüm bu şiddetli soğuğa rağmen beni dışarı çekmişti. Bu sebeple de soğuk alarak tehlikeli bir hastalığa tutulmuştum. Hastalığım giderek şiddetlenmiş, şifa bulmam imkânsız hale gelmişti, Babam şifa bulmam için fakirlere sadakalar dağıtmıştı. Daha sonra iyileştiğimde babamın hakkımda şöyle konuştuğunu duymuştum: “Oğlumun iyileşmesi için, şifa niyeti ile Allah (CC)’a dua eder, büyüklerin ruhaniyetinden hizmet ve yardım isterdim. Her defasında da Şeyh Siraceddin (K.S.) ile Şeyh Ziyaeddin (K.S.) Hazretlerini yanımda görür ve evlâdımın iyileşeceği müjdesini alırdım. Bir gün murakabe sırasında Devrud nehrinin korkunç kan kırmızısı renkte sel ile dolduğunu gördüm. Nehrin üzerinde, insanların rahatça üzerinden geçmesi için inşa etmiş olduğum ve hanegâhın karşısına rastlayan yerde bir köprü vardı. İşte murakabe sırasında nehrin suyu bu köprüyü aşmış, suyun yüksekliği ve şiddeti neredeyse köprüyü yıkıp, götürecek bir duruma gelmişti. Bu sırada kendimi köprünün yanında oturuyor gördüm. Köprü bu şiddetli sele dayanamayıp yıkılacak gibi görünüyordu. İnsanların kullandığı ve faydalandığı köprünün selâmeti için derhal kalkarak kalbimin bütün harareti ile Allah (CC)’in lütuf ve inayetini, yüce yardımım dilediğim gibi, evliyanın da ruhaniyetinden yardım isteyip dua etmeye başladım. Bu sırada büyük veli ruhlarının toplu bir halde gelerek, bu seli önlemek için “Sübhanallahi velhamdülillahi velâhavle velâkuvvete illâ billâh” ile “Esma-ül Hüsna” dan ve bununla ilgili ayet-i kerimelerden kazıklar yaptıklarına şahit oldum. Aynı zamanda bu manevî kazıkları onların ellerinden bir bir almaktaydım. Bu yüce kişiler bana kazık ve çivileri köprünün direklerine çakmamı işaret ediyorlardı. Ben de köprünün sallanmaması için bunları münasip yerlere çakmaya başladım. Bir müddet sonra suyun azgınlığı durdu, her zamanki tabii haline geldi. Bu hal bitip kendi hâlime dönünce karşıda ne köprü ne de sel kalmıştı. Kendi kendime halkın hizmetine açtığım bu köprünün benim için bir sadaka-i cariye olduğunu düşündüm. Nitekim bu, ana ve babasına karşı itaatli bir çocuğun ebeveynine bir sadaka-i cariyesi idi. Bu olayda evliya ruhlarının yardımını görmüş ve anlamıştım. Ayetlerden ve Allah (CC)’m güzel adlarından yapılan kazık ve çivilerin de köprü direklerine tarafımdan çakılması, hastanın şifaya, sıhhat ve afiyete kavuşacağı, uzun ömürlü olacağı müjdesini bana anlatmıştı.” Ben bu olayı babamdan birkaç kez dinlemiştim.
Allah (CC)’ın rahmeti üzerine olsun, sevgili validem de bu hastalığım sırasında bana karşı göstermiş olduğu üstün şefkat ve merhameti yüzünden şöyle bir adakta bulunmuştu: “Oğlum Osman bu hastalığı üzerinden atar şifaya kavuşursa, siyah yünden bir şal alıp, kaba bir kumaştan elbise giyip Osman’ı elinden tutarak yedi evden ekmek ve yiyecek alacağım ve bir köpekle birlikte yiyeceğim.” Ben şifaya kavuşunca adağını yerine getirmek üzere kaba bir elbise giymiş, beni de elimden tutarak Merivan dolayındaki Seruabad köyüne gitmiştik. Yedi kapının tokmağını çaldık, her evden bir parça ekmek aldık, bu sırada yanımızda siyah bir köpek belirdi. Ekmekleri hep birlikte yemeye başladık. Annem ilk lokmayı bana, İkinciyi kendisine, üçüncüyü de köpeğe veriyordu.
Bu hastalığımda henüz şifaya kavuşmadan önce, annemin anlattığına göre bir olay daha olmuştu. Babamın terbiye ve irşadı altında tarikatımızda hilâfet makamına kadar yükselen, Allah (CC)’m rahmeti üzerine olsun Molla Abdurrahman Rodbari adında bir zat vardı. Bu zat anneme: “Şayet nesebinizi korumak istiyorsanız, Şeyh Osman (K.S.)’ın yattığı odayı boşaltınız, bir müddet başında bulunmak istiyorum” diye haber yollamıştı. Validem günleri ve hatta saatleri sayarak şifamı beklemekte olduğundan, duanın kabul olunabileceği ümidi ile istenileni yapmış, odamı boşaltarak, Molla Abdurrahman’ı çağırtmıştı. Halife Molla Abdurrahman yanıma gelip, oturarak, Kur’an-ı Kerim’den Şifa ile ilgili kısmı okuyarak, murakabeye başladı. Ben bu sırada onun: “Ey Allah (CC)’m, mürşidimin oğlu Şeyh Osman (K.S.) için, kendi öz oğlumu feda etmekteyim” dediğini hayretle duydum. Bu zatın evi ve ailesi Rudbar köyünde bulunuyordu. Ertesi sabah Halife Abdurrahman’ın oğlunun bir hastalığı olmaksızın aniden titreyerek öldüğü haberi bizlere ulaşınca, evden ağlamalar, feryadlar yükselmiş, Molla Abdurrahman ise duasının kabul edilmesinden duyduğu sevinç ile şükran secdesine kapanmıştı.
Babamdan birkaç kez: “Benim bir adet tam müridim ve bir adet te yarım müridim vardır” dediğini duymuştum. Burada kasdedilen tam mürid, merhum halife Molla Abdurrahman Rodbari, yarım müridleri ise Molla Abdullah’tır.
Ben, merhum Molla Abdullah’ı, Molla Abdurrahman ile birlikte, merhum halife Muhammed Kerim Hovrami de yanlarında iken bir odada riyazet ve seyr-i suluk halinde görmüştüm. Molla Abdullah’ın bir ara bulunduğu yerden ansızın kalkarak, evin dışına çıktığını on metre mesafede bulunan babamın evinin önüne ayakları yere değmeden uçtuğunu, Allah şahidim olsun görmüştüm.
Bir gün babam beni yanma çağırarak: “Molla Abdullah benden seni yanına göndermemi istedi. Git ve kendisine teveccüh et!” buyurdu. Derhal babamın emrine itaat ederek, Molla Abdullah’ın bulunduğu hanegâhın kapısına vardım. Kendi kendime Molla Abdullah’ın hal ve idrak sahibi, seyr-ü sülük ehlinden kıymetli bir kimse olduğunu düşünerek, kendisine teveccüh ederken yapacağım en uygun şeyin, Hz. Siraceddin (K.S.)’in ruhaniyetinden yardım istemek olduğuna karar vermiştim. Bu karar ile Hz. Şeyh’in ruhaniyetini başımın üzerine alarak, ilerledim ve yanma girdim. Molla Abdullah bu esnada oturmuş olduğu hatim halkasında ayağa kalkarak, yüksek sesle: “Şeyh Siraceddin (K.S.) Hazretlerinin ruhaniyeti, Şeyh Osman (K.S.)’ın başı üzerindedir” demişti. Bu anlatılanlar, olayın dış görünüşü olup, bu zatın ne derece yüksek makam sahibi olduğunu göstermektedir. Daha sonra olup, bitenleri ise kalemin yazması caiz değildir.
Halife Muhammed Kerim Hovrami’ye gelince; bu zat, Horaman’da yüksek idraki ile tanınmış olan, Hamereyan kuşağından gelmiştir. Bu aile topluluğu hayat ve vakitlerini zikir, fikir, murakabe ile geçirmişlerdir ve Şeyh Ziyaeddin (K.S.) Hazretlerinin bağlılarından idiler. Muhammed Kerim babama biat etmişti.