Bir vakitler Biyara’dan ayrılarak Bağdat’a gitmiştim. Maksadım, oradaki ilim evlerini, evliya makamlarını ve bilhassa kibar sahabiden Hazret-i Selman-ı Farisi (R.A.)’nin merkadini ziyaret etmekti. Bu zat hakkında Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz’in: “Selman ehl-i beyttendir” hadis-i şerifleri bulunmaktadır. Keza yine orada bulunan sahabilerden Hazret-i Cabir bin Abdullah (R.A.) ve Hazret-i Huzeyfe bin Yemani (R.A.)’ı ziyaret etmem gerekiyordu. Bu sahabiler din uğrunda cihadda bulunmuşlar, çalışmışlar, doğru yolun ve takvanın önderi olmuşlardır. Onların sayesinde İslâm akidesi sıhhat kazanmıştır.
İşte bu ziyaretim sırasında Bağdat’ta şiddetli bir hastalığa tutulmuştum. Arkadaşlarım korkuya kapılıp, benim için gözyaşı dökmüşlerdi. Hastalığım yüzünden bu ziyaretleri tamamlamak fırsatı bulamamıştım. Hazret-i Abdülkadir Geylânî (K.S.)’nin hanegâhının bir odasında yatıyordum. Bir ara uyku halinde iken, kendimi bir yerde oturur halde gördüm. Hazret-i Gavs (K.S.)’ın elinde badem ağacından bir asa ile geldiğini görünce, karşılamak üzere kalktım. Asanın tutulacak yeri bir topuz şeklinde idi. Bu asayı elime vererek: “Bunu senin için hazırladım” buyurdu. Elim asaya dokunduğunda, asadan bana doğru hafif serin bir esintinin geldiğini far kettim. Bu serin esintinin bütün vücudumu sarması ile ürpererek uyandım. Kendimde dirilik ve canlılık hissettim. Hastalığımdan bir eser kalmamıştı. Tam bir sağlığa kavuşmuştum. Böylece eksik kalan ziyaretlerimi de benim için sevinen arkadaşlarımla birlikte tamamlayarak, memleketimize dönmüştük.
Gavs-ül Azam (K.S.) Hazretleri’nin merkadını bir başka ziyaretimde yine gece rüyamda Merkad-i Geylâni’yi gördüm. Merhum Hacı Mirza et Talisi ile birlikte Merkad-ı Şerif’e girdik. Şeyh Hacı Mirza, Hazret-i Gavs (K.S.)’a: “Şeyh Osman, şahsına ait özel bir mesele için sana gelmiş bulunmaktadır” deyince bir ses: “Biliyorum, biliyorum, biliyorum” diye üç kez tekrarladı. Bunun üzerine ondan istediğimi istemiştim. Mübarek ayağını omuzuma koyarak: “İşte bu hem dinin ve hem de dünyan içindir” buyurmuştu, sevinçle kendime geldim.
Geylâni tekkesinde bulunurken zikir, hatm-i şerif, tilâvet, tehlil ve tekbirle vaktimizi geçirerek uğraşırdık. Her gece Allah (CC)’ı zikrederek hatim halkaları oluşturuyorduk. Meclisimizde mahallin nâkıbî eşrafından İbrahim Efendi ve Geylânî hanegâhının mütevellisi bulunmakta ve yapılan dini merasimi dikkatle izlemekteydiler. Nakşi tarikatı usulünce önce hatm-i şerifi Kur’an tilâveti ile açıyordum. İbrahim Efendi ile vakfın mütevellisi üzgün bir şekilde: “Senin Kur’an tilâvetin nefsimi derinden etkiledi, bu tilâveti her vakit duymak isterim, teberrüken bizden Kadirî tarikatını almanı isterim. Şayet Seyyid Serefiddin’den bu tarikatı alacak olursan, ben de senden ulu Nakşibendî tarikatını almış olurum” dedi. Böylece her ikimiz birbirimize karşılıklı tekliflerde bulunmuştuk ve bu zatın da istediği olmuştu. Hatm-i şerif ve zikir halkalarında bize büyük âlim ve şeyhlerden Şeyh Kasım El Kaysi, merhum Fûad Alûsi, merhum Şeyh Abdülkadir El Hatip ve Seyyid Şefik bulunurdu.