euzubesmele

Evliyaullah’ın güzel kokulu nefesleri, zahiri hastalıkları iyi ettiği gibi, batini illetleri de yok eder. Hatırladığıma göre; âlim ve fazıl bir kimse olan Molla Muhammed adındaki bir zat, dinen iyi sayılmayan vesvese yani kuruntu hastalığına müpteladır. Bu hastalığını önlemek için dedem Hazret-i Şeyh Ziyaeddin (K.S.)’e başvurur. Dedem de bu zatın hastalığının izalesi için babama emir buyurur ve şöyle bir uyarıda bulunur: “Bu zat sultan-ül ezkâr makamına gelmeden, yanına davet etme!” Sultan-ül ezkâr, zikrin sultanı demektir ki, bir müridin Hakk Teâlâ (CC)’yı bütün mevcudiyeti ile duyması, hissetmesi, yani cisminin bütün zerreleriyle Allah (CC)’ı anması demektir. Pederim, dedemden aldığı emre göre bu zatı zikrin sultanı makamına eriştirir. Molla Muhammed bu kuruntu hastalığından kurtulmuş, gönlü rahat etmiş, bu makamda ilerlemeye başlamıştı. Bu olaydan bir hafta kadar sonra Hazret-i Şeyh Ziyaeddin (K.S.)’in torunlarından olup tarikatın en yüksek makamına yükselen ve dedem tarafından çok sevilen, Şeyh Saadettin oğlu Şeyh Taceddin’i, Molla Muhammed’e göndererek, onun kazandığı makamı tamamen elinden almasını ister. Şeyh Taceddin de Molla Muham-med’e giderek, onu vesvesesi olmayan orta derecede bir makama getirir. Molla Muhammed, kazandığı yüksek makamı elinden alan Şeyh Taceddin hakkında ileri geri konuşmaya ve onu yermeye başlar: “Nasıl olur? Bu makam bana tevcih edildikten sonra geriye alınması doğru mudur?” diyerek üzüntüsünü açıklar. Hazret-i Şeyh Alâeddin (K.S.), Molla’ya: “Sen, içindeki kuruntu halini atmak için bizlere geldin, nitekim sende bu hal ile ilgili bir şey kalmadı. Zira yükseldiğin makam, mutasavvıflara mahsus bir makamdır. Bir mürid, bu makama ancak nefsi riyazat ile azimle, cehd ederek, çok çalışmak suretiyle varabilir. Bir mürşidin müridini bir anda bu makama çıkarması mümkündür. Şimdi bir mürid gibi cehd ve gayret göstererek bu makama asaleten çıkabilirsin” der.

Unutamadığım bir olay da dedem Hazret-i Şeyh Ziyaeddin (K.S.)’in müridlerinden olan, Lehcan mıntıkası Pesevi köyünden Molla Abdullah adlı bir zat ile ilgilidir:

Bu zat âlim, faziletli, zahiri ilimleri çok iyi bilen, Allah (CC) korkusunu içine iyice sindirmiş, zamanının en zeki ve akıllı şahsiyetlerinden biri idi. Hazret-i Şeyh Ziyaeddin (K.S.), bu zat hakkında: “Molla Abdullah hanegâhta kırk gün inzivaya çekilse, cehd ve gayret sarf etse zamanın kutbu olur” buyurmuşlardı.

Bir gün bu zat, Bağdat’ta bulunan Müftü Zehavi’ye verilmek üzere, Hazret-i Şeyh (K.S.)’den bir tavsiye mektubu almak üzere şerefli Biyara kasabasına gelmiş ve dedeme: “Ya Hazret-i Şeyh, bu arzu ve isteğimi küfür saymaz isen, kendisinden ders almak ve yanında yetişmek üzere, beni Bağdat’ta bulunan Müftü Zehavi’ye gönderin” diye bir hayli ısrarda bulunmuş. Hazret-i Şeyh Ziyaeddin (K.S.), ona: “İsteğiniz başım üzerinedir. Lâkin size Bağdat’a kadar yol gösterecek bir rehberi bulmamız için acele etmeyip, bize fırsat vermeniz gerekir” demişler. Birkaç gün geçtikten sonra Molla Abdullah tekrar Hazret-i Şeyh (K.S.)’e gelerek: “Ya Hazret-i Şeyh, beni Bağdat’a yollamayacaksanız, bari Seyyid Hacı Hasan’dan ders almak üzere Çur’a göndermenizi isteyeceğim” demiş. Seyyid Hasan da yüksek makam sahibi ulu bir zat imiş. Hazret-i Şeyh (K.S.), Molla Abdullah’ın bu talebi üzerine: “Çok güzel, zaten oraya gidecek bir yol arkadaşın da vardır” demiş ve bir tavsiye mektubu yazarak, Molla’nın eline vermiş.

Molla, Çur’a gider. Seyyid Haşan, elinde çok kıymet verdiği bir şahsın tavsiye mektubu olduğunu görünce, güzel karşılar ve iltifatta bulunur. Seyyid Hasan: “Hayli zamandan beri kimseye ders okutmadım, şimdi sizinle derse başlayacağım” dediğinde, Molla Abdullah elindeki kitabı kapayarak o anda ders alacak gücü olmadığını beyan eder. Üç gün aynı konuşmalar ile geçer. Bu üç günün sonunda Molla Abdullah, Seyyid Hasan’a Biyara’ya dönmek istediğini söyleyerek izin alır ve oradan ayrılır. Biyara’da su havuzunun bulunduğu yerde Hazret-i Şeyh Ziyaeddin (K.S.) ile karşılaşır, selâmlaşır. Hazret-i Şeyh Ziyaeddin (K.S.): “Ne oldu ki? Senin erken döndüğünü görmekteyim” diye sorduğunda, Molla orada okumaktan hoşlanmadığını, esasen okuyacak gücünün de olmadığını beyan eder. Hazret-i Şeyh (K.S.): “Molla Abdullah! Sana ders verilme müsaadesi henüz verilmedi” diyerek, gülümser. Molla Abdullah kızarak: “Ey Şeyh! Galiba senin başın mezarının çevresinde titremektedir. Maksadın beni dersten mahrum etmek midir?” diye edebe aykırı harekette bulunur. Mübarek dedem ise tebessümünü eksiltmeden hanegâha giderek rabıtasına devam etmesini, dinlenmesini buyurur. Molla Abdullah içinden şu düşünceleri geçirir: “Ne sebeple okumak ve tahsil görmek için zorluklara ve gurbete katlanayım? Bundan sonra canımın istediği kitabı okur, kendimi yetiştiririm.” Daha sonra da: “Okuyup, ilim tahsil etmekle ne kazanacağım? Şimdiye kadar öğrendiklerim bana yeterlidir. Bari evime gidip, rahatıma bakayım” diyerek Kur’an-ı Kerim ve Delâil-i Şerif okumaya başlar.

Bir gün Kur’an’ı açtığında, bir satırını siyah, diğer satırını beyaz görmeye başlamış. Kitabı kapayarak, bir tarafa bırakmış. “Bari farz namazları kılayım” demiş. Fakat onu da yarıda bırakmış ve: “Allah (CC)’ın benim namazıma ihtiyacı yoktur, neden namaz kılayım?” diyerek, namazlarını da terk etmiş. Kendi kendiyle hesaplaşarak dışarı çıkıp, Gamusi havuzuna doğru yürümüş. Daha sonra Kadir Ağa’nın bahçesine gitmiş. Orada aşağı yukarı dolaşırken içinden kendisini yererek şöyle düşünmüş: “Ey nefis; ilim tahsili için Hacı Seyyid Hasan’ın yanına gittin, teberrüken bir ders dahi almadan döndün. ‘Kendi kendime çalışır, bir şeyler öğrenirim’ dedin, onu da başaramadın. Namazını tam olarak kılmak istedin, yarıda bırakıp kalktın. Bütün bunlar acaba Şeyh Ziyaeddin (K.S.)’in kerameti midir? Veya tasarrufu mudur?” Bu düşünceler içinde nefsini azarlarken, boyunun yükseldiğini, başının göğe değdiğini hissetmiş. Daha sonra vücudu küçülerek eski haline gelmiş, hatta öyle küçülmüş ki, artık zerreleri parçalanamayacak duruma gelmiş. Bir müddet sonra tabii haline dönünce, hemen Gamusi suyu kaynağına giderek, tevbe edip, gusül abdesti almış. Ve doğru Hazret-i Şeyh Ziyaeddin (K.S.)’in yanma gitmiş. Mürşidi, Molla Abdullah’ı gülümseyerek karşılamış. Molla Abdullah başındaki takkeyi yere atarak: “İşte başım, işte kılıcınız. Dilediğinizi yapınız” demiş ve mürşidi olan dedem Hazret-i Şeyh Ziyaeddin (K.S.)’in önüne boynunu uzatmış. Hazret-i Şeyh (K.S.), tarikat adabına uygun bir tavırla: “İşte, Nakşibendiyye taifesine böyle olmak yaraşır” diyerek, Molla’nın tevbesini kabul etmiş. Ertesi günün sabahı, Hazret-i Şeyh Ziyaeddin (K.S.), Molla Abdullah’ın tevbekâr olarak ve pişmanlık içinde kendisine dönerek tekrar bağlanması dolayısıyla, 300 evliyanın, huzuruna gelerek kendilerini kutladıklarını ilân etmişti.

Molla Abdullah, Hazret-i Şeyh Ziyaeddin (K.S.)’in vefatından sonra bir zahid olarak, yalnız başına bir hayat sürmüş. Seccadesi gözyaşı ile ıslanmadan başını yerden kaldırmazmış. İnsanların arasına katılmadan, yalnız yaşamayı âdet edinmiş.

2015-01-31T22:34:20+03:00 By |

Siz de fikrinizi belirtin