euzubesmele

Şimdi biraz da Molla Hamid adlı bir zattan söz edelim. İnsaf sahibi kimselerin ve gerçeği öğrenmek isteyenlerin ders ve ibret almaları ve kendilerine bir öğreti sağlamaları açısından bu zatın hayat hikâyesini anlatmak münasiptir.

Herkesin bildiği gibi, insanların Allah (CC)’ı tanımak ve O’nun sevgi ve rızasını kazanmak için bir tarikate girip, o tarikatın prensiplerini benimsemesi gerekir. Gerçek maksada kavuşmak için, Allah’ın rızasını kazanmak ön planda tutulmalıdır. Şeriat yolunu izleyenler de zamanın mürşidine kendilerini manen ve maddeten teslim ettikleri gibi, Ashab-ı Kiram’ın fiillerine sarılıp, son peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz’in sünnetine yıkayıcı elindeki bir ölü gibi bağlanmalıdırlar. Bu suretle kendilerine bir yol çizenler, yüksek makamlara çıkmışlardır.

Seyr-i sulukta, nefsi emmare ile mücadeleden vazgeçilecek olursa, insanlık kemaline varamaz. Bundan açıkça anlaşılan şudur ki mücerred bir ilmi öğrenmek insan için yeterli olmayıp, öğrendiği ilimle ihlâs üzere amel etmek insanı yüksek derecelere çıkarır. Hak Teâlâ güçlü kitabının Bakara Sûresi’nin 151. Ayetinde:

“Biz size âyetlerimizi okuyacak, sizi her kötülükten arıtacak, size kitabı ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek, aranızdan bir peygamber gönderdik” buyurmaktadır.

Bu konu ile ilgili bir hadis-i şerifte:

“Bir kimse bir ilmi öğrenir ve o ilmle amel ederse, Allah (CC), o kimseyi, bilmediği ilimlerin varisi kılar” buyurulmuştur.

Yine bir başka hadis-i şerifte:

“insanların içinde en hayırlı kimse, diğer insanlara faydalı olandır” buyurulmuştur.

Biz, yaşadığımız ömür süresince, ne kadar derin ve büyük ilim sahibi kimselerin öğrendikleri ilim ile amel etmediklerini esefle gördük. Ve maalesef kendi şahsi çıkarları için, başkalarının zararına çalışıyorlardı. Bunlar fitne unsuru olup, insanlar arasında tefrika meydana getirdiklerinden dolayı, yoklukları varlıklarından daha iyidir.

İşte ilmi ile amel edip, güzel sıfatlarla sıfatlananlardan biri de Molla Hamid El Beyserani idi ki bu zat; âlim, fazıl, arif ve yüksek manevi makamlar sahibi olup, Hz. Şeyh Siraceddin (K.S.)’in de kâtibi idi. Onun bu yüksek ilim, sıfat ve anlayışından ve yüksek liyakatinden Şeyh’in çocukları tam manasıyla faydalanmışlardı. Özellikle Hz. Şeyh’in çocuklarından, Şeyh Bahaeddin (K.S.) ve Şeyh Ziyaeddin (K.S.)’i gösterebilirim.

Molla Hamid derslerinde, Mevlâna Celaleydin-i Rûmi Hazretleri’nin Mesnevi Divanını genişçe şerh eder, onlara: “Böyle yorucu bir çalışma için gayret göstermek lâzımdır. Ancak ikiniz de bana yardımcı olursanız bu derslerin üstesinden gelir, başarıya ulaşabiliriz. Eğer gerekirse sizi feda ederim” diyerek konunun önemini bildirirmiş. Mübarek dedem ve amcam da şerhe devam etmesini, bu konuda gecikmemesini, hastalık ve diğer sebeplerle derse ara vermek gibi bir mazeret ileri sürmemesini kendisinden rica ederlermiş.

Bu zat, Allah (CC)’a güvenerek, iki talebesinin yardım ve himmeti ile Mesnevi Divanı’nı en güzel bir şekilde şerh etmiş. Bu şerh 3-4 cilt halinde kısa bir zamanda tamamlanmıştı. Bu suretle de âlimlerin, ediplerin ve özellikle de meşayihin rıza ve sevgisini kazanmıştı. Gerçekten yapmış olduğu şerhe şaşmamak mümkün değildi. Mana ehli tarafından sevilmiş ve takdir edilmişti, şerh ince, yumuşak, anlamlı, mizahlı iz ve işaretlerle kaleme alınmıştı.

Daha sonra Şeyh Siraceddin (K.S.), Molla Hamid’den. Mevlana Hazret-i Halid Eba Abdullah’ın Hindistan’a yapacağı yolculuk sırasında yolda gördüklerini ve nelerle karşılaştıklarını anlatan bir kitap hazırlamasını istemişti. Özellikle Delhi’de ikametleri süresince, Şah Abdullah ile karşılaşmaları sırasında görüp, işittiklerini, memleketlerine dönünceye kadar başlarından geçen maceraları, herkesin anlayacağı bir üslûp ile yazmasını; aynı zamanda içinde bulunduğu asrın önemli olayları ile yeni görüşleri ilâve etmesinin faydalı olacağını söyleyip, kitabın hazırlanmasını emreder.

Bu kadar önemli ve mes’uliyetli bir görevi üzerine almaktan çekinen Molla Hamid, şeyhinin zorlaması ve ısrarı üzerine, sonunda özür ve bahane bulmanın faydasızlığını anlayarak işe başladı. Bu şerefli buyruğa uyup, Riyaz-ül Müçtakîn adlı kitabını yayınladı. Bu kitap özellikle Halid-i Nakşibendi ailesi ve topluluğu için bir güç kaynağı olmuştu. Kitap bir önsöz ile başlamakta ve üç bolüm ihtiva etmekte idi. Birinci bölümde, başta Şeyh Hazret-i Halid (K.S.) olmak üzere o zamanın büyüklerinin hayat hikâyeleri ve kerametleri anlatılmakta; ikinci bölümde Allah (CC) sırlarım takdis etsin Şeyh Ebul Vefa ve Şeyh Ahmed Şemseddin (K.S.)’in hayat tercümesi bulunmakta; üçüncü bölümde ise, sirat-ı müstakimin yani gerçek doğru yolun fazilet ve isbatı, Nakşibendi yolunun diğer tarikatlara nisbetle üstünlüğü ve tarikatlara mensub hakiki din büyükleri anlatılmakta idi. Ayrıca kitabın bitiş kısmında, diğer tarikat büyüklerinin, bu tarikatın üstünlüğünü kabul ettiklerine dair beyanları bulunmakta idi.

Hatırladığıma göre, Hz. Şeyh Siraceddin (K.S.) hakkında: “Şeyh Siraceddin (K.S.) durmadan taşan mâna kaynağı, gizli hâzinelerin anahtarı, tam kâmil ulu irşad sahibi bir zat olup, gençliğinde çekici güzelliği ile tanınmış, hilm sahibi, ikinci Muhammed Osman Siraceddin (K.S.)’in hayat basamaklarının ışığı” gibi ifadeler bulunmakta idi. Allah (CC) sırrını kutsasın, âmin…

Molla Hamid, merhum Molla Ali Beysarani’nin irşadda en kuvvetli oğlu idi. Beyseran köyünden olmaları dolayısı ile orada geçen bir olayı hatırladım. Bu köyde nereden geldiği, kim olduğu bilinmeyen garip bir adam belirmişti. Dini, şeriatı yalanlayıp kötülemeye, ortalıkta fesat yaymaya başlamış, kabirleri yıkıp içlerini araştırmaya, yatan ölüleri rahatsız etmeye kalkmıştı. Köyde küçük bir ev bina ederek, evin üstünü sarı renkte bir örtü ile kaplamış, adını da Kâbe koymuştu. Bu evi tavaf edenlere cehennem ateşinin dokunmayacağını iddia etmekteydi. Babam bu duruma çok üzülmüştü. Bu meseleye bir son vermek için babamla birlikte Rezova denilen kasabaya gittik. Babam orada Abbas Kali Sultan ile konuşarak, bu adamın bulunduğu yerden kovulmasını veya uzaklaştırılmasını ya da etkisiz hale getirilmesini istemişti.

Ertesi gün sabah erken bir vakitte misafir bulunduğumuz Abbas Kali’nin evine Arapça konuşan bir adam geldi, babamla konuştu ve gitti. Daha sonra Abbas Kali babama hitaben: “Ey Şeyh Hazretleri! Senin arzu ve buyruğunu yerine getirmek için bir cemaat hazırladık” dedi. Babam ona, bir adamın sabah erken gelip kendisine sabah namazını Kudüs’te kılıp geldiğini, geliş sebebinin bu ortalığı fesada veren adamdan intikam almak ve zararını insanların üzerinden kaldırmak olduğunu ve tek başına onun hakkından gelebileceğini söylediğini ve sonra da gittiğini söyledi. Sonradan duyduğumuza göre bu zat, o sapık adamı yakalayarak, ağır hakaret ve zilletle çekip götürmüş ve artık orada onun adından söz eden bir kimse kalmamıştı. İşte bu zatı Beysaranlı Molla Hamit zikre alıştırmıştı. Beysaran köyü Javru mıntıkasında olup İran Horaman’ına tâbi idi.

Molla Hamit tarikatın sülük ve feyzini aldıktan ve de manevi feyizlerini elde ettikten sonra, artık murakabe ve istiğraktan kendisini dahi tanımaz olmuştu. Böylece üzerinde bulunan madde gömleğinden sıyrılmış, hatta bunu yırtarak murakabe ve istiğrak âleminde kaybolmuştu. Bu zat daha sonra Hazret-i Şeyh Siraceddin’in müridi olmuş, böylece göreceğini görmeye, duyacağım duymaya başlamış; gaflet uykusundan uyanarak Siraceddin Hazretleri’nin dostluğuna ve lütfuna kavuşmak için süratle koşmuştur. Nitekim bir gazelinde şöyle der:

Kavuşmak ne güzel şeydir bekleyişten sonra,
Zira düşünce hep O olur, sevgiliye kavuşunca.

Özet olarak diyebiliriz ki, merhum Molla Hamid’in latifelerinin şerhi ve yazılarının özellikle Riyaz-ül Müştakin adlı kitabında anlatış güzelliği ve açıklığı, bu kitabı hazırlamaktaki gayret ve sevgisi birkaç satır ile anlatılamaz. Zira onun kitabını bu cihetten seven bir kimse için, bu zatın mahşer gününde Allah (CC)’m kabul edecekleri kimseler arasında ve tanınmış büyükler arasında haşr olmasını düşünüp temenni etmek lâzımdır.

Bu zat yukarda adı geçen kitabında Hazret-i Şeyh Siraceddin (K.S.)’in anlatmış olduğu sıfat ve yüksek meziyetlerinden bir kısmını da birkaç kez saygıdeğer pederimden duymuştum. Şöyle ki: Bir gün büyük dedem Hazret-i Siraceddin (K.S.) namaz esnasında secdeye varınca kendisine tahayyür hali gelmiş, tam bir hafta boyunca başını secdeden kaldırmamıştı. Bir haftanın sonunda mübarek başını secdeden kaldırınca: “Ulu kimseler ve emsalinde görülen bu aşikâre haller büyüklere ait bir sır olduğundan, insanlardan gizlenmesi zaruridir. Herhangi bir kimsenin bu sırrı keşfetmeye çalışması doğru değildir” buyurmuştu. Açıkça anlaşılan şu ki, bu gibi hallerin mevcudiyeti, alışılmış bir hal olmadığını ispat eder, nadir kimselerde görülür. İnsafla düşünülürse insan denilen varlık yalnız şekil ve cisimden ibaret olmayıp çok daha önemli bir cevheri bulundurmaktadır. Bu cevher gerçeğini men eden ve gizleyen; insanın doğru yolu görmemesi, lâkaytlığı, sünnet-i şerifi izlememesi, nefsinin ve keyfinin hevasına uymasıdır. O ulu kimsedir ki, bizleri ve bütün din kardeşlerimizi, Yüce Allah (C. C.)’ın inayeti ve onun lütuf ve keremi ile korkunç düşüşten ve kötü sonuçtan kurtarmıştır. O’nun âline ve eshabına salât ve selâmlar olsun. . . Âmin.

2021-09-01T16:05:10+03:00 By |