euzubesmele

Bir tarihte, Sakz ve Bana eşraf ve bilginlerinden Şeyh-ül İslâm Sakzî Molla Muhammed, Şeyh Şemseddin Pir Gani, Seyyid Molla Ömer Vaşmezini, Hacı Muhammed Üzeyr Sablahi ve Hacı Baba Sablahi’den oluşan topluluk, babam Şeyh Alâeddin (K.S.)’i ziyaret maksadı ile Biyara’ya gelip O’ndan, itimad ettiği bir halifesini kendi mıntıkalarına göndermelerini, aralarındaki ahd ve misakı yenilemelerini rica etmişlerdi. Babam bu görevi bu fakire, yani bize havale etti. Böylece onlarla birlikte Kanişard’a geldik. Burada suyu temiz ve soğuk bir kaynak vardı. Kaynağın yanı başında süslü ve güzel bir havuz yapmışlardı. Ve havuzun etrafını namaz kılmak için geniş bir şekilde parke taşla döşemişlerdi. Dolayısıyla burası çekici ve güzel bir duruma gelmişti. Serin gölgeli ağaçların altında çay içtikten ve görevimizi tamamladıktan sonra dönmeye hazırlandık.

Atımı getirdiler, ayağımı üzengiye koyup atıma binmek üzere iken onlara: “Burası çok güzel bir yer, burada daha uzun kalmak isterdim” dedim. Benimle gelenlerin vaktin geç olduğunu yolun ise uzun olduğunu, acele edip gitmek zorunda olduğumuzu söylemelerine rağmen; ben bu geceyi burada geçirmek için ısrar edip atımdan inince, onlar da atlarından inip eşyaları indirmek zorunda kaldılar. Buranın cemaatine: “Bir kez daha bize çay hazırlayın” dedim. Çay hazırlandı. Bu sırada Molla Ahmet Hamza Bey’in sesini duymuştuk. Bu zatın gayet güzel sesi vardı. Yanımıza gelip: “Efendim! Müjdeler olsun, Molla Abdullah Pesevi sizi ziyaret etmek için yola çıkmıştır. Neredeyse gelir” dedi. Kalkıp onu karşılamaya gittim. Onunla karşılaşıp, selâmlaştıktan sonra: “Bu çay, zatınız için hazırlandı” diyerek ikramda bulunduk. Daha sonra hep birlikte yola çıktık. Bana köyüne doğru yol alırken Molla Abdullah’ın cemaatin uzağında yer aldığını görerek Molla Ahmed Hamza Bey’e döndüm ve: “Molla Abdullah cemaatten ayrı gidiyor, aramıza sokulmuyor. Bunun sebebi nedir?” diye sorduğumda, Molla Ahmed bana, Molla Abdullah’ın uzun bir zamandan beri yalnız kalmayı, yalnız başına yürümeyi âdet edinmiş olduğunu, bu yüzden cemaatin arasına katılmasının mümkün olmadığını söyledi. Bana’ya doğru yola çıktığımızdan bir gün sonra Nenur köyüne geldik, oradan ayrılarak tekrar yola çıkmıştık ki, Molla Abdullah’ı bu defa kalabalık içinde gördük. Derhal Molla Ahmed Bey’e yüksek sesle: “Molla Abdullah’ın kalabalık içine girmekten çekinmesi âdetidir demiştiniz, fakat şimdi insanların arasında bulunduğunu görmekteyiz, sebebi nedir?” diye sordum. Ahmed Bey bu soruma: “Evet, yarım saat önce bana, bu âdetinden vaz geçtiğini haber verdi” dedi. Molla Abdullah, bir haftalık yolculuğumuzda bizimle birlikte bulunmak ve bizim hatırımız için bu âdetinden vaz geçtiğini beyan etti. Cuma namazını Bana’da kıldıktan sonra bize dönerek selâm verip iltifatta bulundu, biz de karşılığını verdikten sonra ona: “Ey aziz hocam! Bir kimse bir din kardeşini severse, o da karşılığını vermelidir. Siz her türlü şüpheden uzak, Allah korkusunu duyan takva sahibi bir kişisiniz, bu bir… İkincisi Kaşterli Şeyh Habibullah’a şeklen, ahlaken, sıfatça benzemektesiniz. Zira o zat takva sahibi, fâzıl, âlim bir kimsedir. Hatta bu zat bana yazdığı bir mektupta, babamın Biyara’da olduğunu, ona uzak veya yakın olmak arasında bir fark olmadığını, bulunduğu yerden diğer bir köye göç etmek istediğini, bizim kendi nazarlarında Hazret-i Şeyh Alâeddin (K.S.)’in makam ve yerinde olduğumuzu telâkki ettiklerini, bu vesileyle göç edip etmemek konusunda bizden izin istediklerini beyan ediyorlardı. Ben de ona şu cevabı verdim: ‘Fakir ve hakir kuldan, faziletli, necabetli, edip, vefa timsali, Allah velilerinin sevgilisi Şeyh Habibullah Hazretleri’ne selâmlarımı arz eder, ömür ve afiyetinizin devamını dilerim. Yer değiştirme hususunda vefa ve doğruluktan ve paklıktan yoksun olmayan bir yere intikaliniz için, gönlünüz neye rıza gösterirse onu yapınız.’ Hatta Hazret-i Şeyh Ziyaeddin (K.S.) dahi Hazret-i Alâeddin (K.S.)’e bu hususu şöyle açıklamıştı: ‘Âlimlerin, fakirlerin, sâlih kişilerin etekleri, riya ve kötülük pisliğine temas etmeyecek bir mekâna ihtiyaç duyar.’ Şeyh Habibullah, mektubumuzu alınca, Kaşter’de kalıp ikamet etmeye karar verdiğini, oradan başka bir yere göç etmeyeceğini bildirmişti.”

Bu konuşmadan sonra Molla Abdullah kalkarak elimden ve omuzumdan öptü. Ben de onu öptüm. Bana: “Allah (CC) şahidim olsun ki bulunduğum yerden ayrılmayacağım. Sizi üç sebeple ziyaret etmeyi düşünmüştüm:

1) Hiç bir kalabalığa katılmıyordum. Allah (CC)’a hamd olsun ki bundan kurtuldum.

2) Benden Sablah köyüne göç etmem istendi, göç etmeyeceğim, Kanireş’te hayatımın sonuna kadar kalmaya karar verdim.

3) İlâhi feyz ve rızkı, bir vesile ve vasıta olmadan Yüce Allah (CC)’tan almak imkânına kavuştum. Şimdi bütün bu çelişkili düşüncelerin benim eksikliğimin eseri olduğunu anladım. Biyara’ya döndüğünüz vakit Hazret-i Şeyh Alâeddin (K.S.)’e beni affetmelerini rica etmenizi ve yardımlarını benden esirgememesini sağlamanızı sizden bilhassa istirham ederim”

Yolumuza devam ederek Bana köyüne gelmeden Veyne köyüne geldiğimizde, köyün tümüyle yakıldığını gördük. Zaten bu köy birkaç kez yakılmıştı. Köylüler, bu sebepten yanan evlerini tamir ve yenilemekle uğraşıyorlardı. Köyün ileri gelenlerinden Hame Reşid Han adındaki zat, köylerinin bundan sonra yakılmaması için dua etmemi rica etmiş, ben de ona bu işin ehli olmadığımı, pederimizi vasıta ederek isteklerinin yerine getirileceğini vaad ettim. Nitekim bir vakitler Merivan ahalisi düşmanlık yüzünden iki köyü yakmak istediklerinde, köy halkı pederimden aracı olmasını istemişlerdi. Şeyh Alâeddin (K.S.) de Merivan halkına bir ha-berci göndererek bizzat kendilerinin barışa vasıta olarak geleceğini bildirmişti. Merivan halkı haberciye: “Şeyhinize söyleyin, zahmet edip buraya kadar gelmesin, çünkü bizler bu iki köyü yakmaya karar verdik” demişlerdi. Bu haber pederime ulaşınca Hazret-i Şeyh öfkelenmiş, kendine has bazı duaları okuyarak ve yakılacak iki köyün çevresini parmağıyla işaretleyerek: “İşte ben her iki köyün etrafını elimle çizdim, onlar istediklerini yapsınlar” buyurmuştu. Bir süre sonra Merivan halkı gelip bu iki köye saldırmışlar, saldırganlar kayıplar vererek çekilmek zorunda kalmışlar. Bir kısmı ölmüş, çoğu da yaralanmıştı. Fakat her iki köye bir zarar veremedikleri gibi, bu güne dek bu köyler olduğu gibi durmaktadır. Hame Reşit Han’a bu olayı anlatıp, kendi köylerinin de mübarek pederimin himmetiyle korunacağını temenni edip, oradan ayrıldık.

2015-01-31T22:33:30+03:00 By |

Siz de fikrinizi belirtin