Allah (CC) sırrını kudsi kılsın, bir gün babamın yanında bulunduğum sırada, Gülhaneli Molla Abdurrahman ziyarete gelmişti. Bu zat, âlim ve fazıl bir kimse idi. Az bir vakit oturduktan sonra evine dönmek için babamdan izin istedi. Bu zatın evi de köyün dışında bulunuyordu. Ailesinin yalnızlığından dolayı endişelendiği için erken vakitte yola çıkmak istemiş ve bu sebeple izin istemişti. Babam: “Eğer yanımızda kalmak arzusunda isen, sen yerine ulaşıncaya kadar evinin bekçiliğini yaparız, onları koruruz, merak etmeyin” demişti. O da evine gitmeyerek, babamın yanında kalmıştı. Ertesi gün Molla Abdurrahman evine döndüğünde, ailesi: “Eşkâli ve kıyafeti şu şekilde olan bir hazret, bütün gece evimizin etrafında dolaştı. Fecr vakti kapımızı çalarak, kendilerinin Hazret-i Şeyh Alâeddin (K.S.) olduğunu, dün gece sizi yanlarında alıkoymuş olduklarını ve size evimizi bekleyeceklerine dair vaatte bulundukları için burada bulunduklarını söyleyerek, bizi Allah (CC)’a. emanet ederek, kayboldu” demişler. Bu olaydaki keramet ise o köy sakinlerinin akidelerinin güçlenmesine sebep olmuştu.
Bir başka gün dedem Hazret-i Şeyh Ziyaeddin (K.S.)’e, cüzzam hastalığına yakalanmış birisini getirirler. Dedem bulaşıcı olan bu hastalığın tedavisinin ancak Şeyh Alâeddin tarafından mümkün olabileceğini söyleyerek, hastayı babama gönderir. Hasta Hazret-i Şeyh Alâeddin (K.S.)’in yanma gelince, mübarek pederim: “Şifa verecek bir ilâcı arayıp bulmam için biraz sabredeceksin” der. Hasta, 3 gün geçince gene gelir, zira beklemekten tahammülü tükenmiştir. Pederime: “Ya Hazret-i Şeyh! Bu hastalıktan ne kadar acı çektiğimi görüyorsunuz. Artık dayanacak sabrım kalmadı” der. Babam: “Bu hastalığın ilacının bulunması güç bir iştir. Allah yardımcın olsun, beklemeni tavsiye ederim” diye karşılık verir. Hasta: “Peki, elde edilmesi ve bulunması güç olan bu ilâç nedir?” diye sorunca, pederim ona: “Bu hastalıktan ancak bir yılanın yumurta yemesi ve üzerine süt içmesi, sonra bunları kusması, bu kusmuktan hap yapılıp hastaya içirilmesi ile kurtulmak mümkün olur” der. Hasta şaşırır ve: “Ben bu ilacı nerede ve nasıl bulurum” der. Hazret-i Şeyh (K.S.): “Bu sebepten sana biraz daha beklemeni tavsiye ettim” der.
Hazret-i Şeyh (K.S.) ve hasta karşılıklı bu konuyu tartışırlarken, evin içinden kadınların çığlığı duyulur. O gün evde tandır kızdırılmış, ekmek pişirilmektedir. Ekmeğin pişirildiği yer, çamur sıvalı ahşap bir odadır. Ses, bu odadan gelmiştir. Hazret-i Şeyh (K.S.) içeriye girdiği sırada, içerdekiler: “yılan, yılan” diye korkuyla bağrışmaktadırlar. Bağrışmalara koşanlar siyah, iri ve büyük bir yılanın tavanda yuvalanmış kırlangıç yumurtalarını yediğini ve sonra süzülerek yandaki odaya geçtiğini, içinde süt bulunan ağzı açık bir kaptan sütü içerek yuvasına gitmek üzere tekrar tandır olan odaya geçtiğini, orada yanan tandırın sıcağına dayanamayarak, boş bulunan hamur teknesinin içine kustuğunu hayretle görürler. Hazret-i Şeyh Alâeddin (K.S.) olanları görmüş ve orada bulunanlara: “Sakın dokunmayın! Aradığımız ve istediğimiz ilâç budur” diyerek yılanın tekneye boşalttığı kusmuğunu toplar, tane haline getirdikten sonra yutması için hastaya verir. Hasta bu hapları yuttuktan sonra üç kez derisi soyulmuş ve sonra da şifaya kavuşmuştur.
Siz de fikrinizi belirtin