Siraceddin ailesinin büyükleri, maişetlerinin teminini ve dervişlik hayatlarını bir arada yürütmeyi, dün nasılsa, bugün de aynı şekilde devam ettirmektedirler, Zira hal ve vakitleri yeterli insanlardır. Din hizmetlerini hiçbir vakit aksatmamışlardır. Bu aileden çıkan âlimler, talebeler, ziyaretçiler, hanegâha gelip, gedenler, her zaman tasavvuf ve dervişlik gereği kanaatli olmayı, takvayı, zahidlik ve fakirliği kendilerine prensip edinmişler; Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz’in sıfat ve şemâil-i şeriflerine bürünerek sünnet yolunu titizlikle izlemişlerdir.
Bir zamanlar bölgemizde şiddetli bir kıtlık baş göstermişti. Büyük dedem Siraceddin (K.S.), hanegâhta bulunan ziyaretçilere ve orada temelli ikamet edenlere şöyle bir tavsiyede bulunmuştu: “Şimdi kıtlık vardır. Kendi geçimini buradakinden daha iyi bir şekilde temin edebilecek varsa, evine veya memleketine gitmesini tavsiye ederim, boş yere nefsini açlığa mahkûm etmesin.” Hanegâhta bulunanların hepsi birden: “Bizler buradan ayrılacak değiliz, gitmeyeceğiz. Bir parça ekmek ve bir avuç dut kurusu ile karnımızı yarı doyursak dahi bize yeterlidir. Buna kanaat ederiz, bizler burada kendimizi beslemek, nefsi şehvetlerimizi güçlendirmek için bulunmuyoruz. Şeyhimizden ricamız şudur ki, kendisi bizlere Yüce Allah (CC)’ın rıza yolunu göstersin, ruhi ve manevi gıdamızı temin etsin, huy ve ahlâkımızı yüceltsin, fakirlik, kanaat, açlığa karşı direncimizi takviye etsin. Bizlere ne lâyıksa onu öğretsin, nefsanî rezillikleri ne türlü öldüreceğimizi, mutluluk ve başarı yolunu nasıl bulacağımızı bize göstersin” demişlerdi.
Pederim Hazret-i Alâeddin (K.S.), neyi varsa fakirlikten korkmadan, yalnız Allah (CC)’ın rızasını kazanmak için hanegâha gelen misafirlere, ziyaretçilere harcardı. Bu sebeple Yüce Allah (CC), O’na, yaptıklarının karşılığı olarak kerametleri ihsan buyurmuştu. Bir gün bazı akarlarının onarılması için Seh Reşivi Sakz yakınında bulunan Gülçiyder köyüne gitmişti. Bu sırada kalabalık göçer toplulukları hayvanlarını otlatmak ve yazı geçirmek üzere buraya gelmişlerdi. Bunların çoğu kendisine intisab eden müridler idi. Bu bölgenin ileri gelenlerinden olan ve herkesçe bilinen bir zata, pederim: “Efendim, mazeretimi lütfen kabul buyurun. Belki de cesaretimi terbiyemin noksanlığına isnad edeceksiniz. Irak’tan gelen bu göçerlerde çok kıymetli asil atlar bulunmaktadır. Bunlardan size lâyık asil bir tayı ne fiyata olursa olsun, satın almanızı tavsiye ederim” der. O zat da çok güzel ve asil bir tayı yüksek bir fiyatla satın alır. Tayı satan kimse oradan ayrılıp gider.
Bu mıntıka yaylamsı, dağlık, kayalık, engebeli, derin meyilli uçurumları olan bir kesimdir. Tayı satın alan zat, tayını yerine götürürken, tay, orada bulunan derin bir uçuruma düşer. Hayvanın başı vücudunun altında kalmış bir durumda cansız bir halde bulunur. Zira tayın boynu kırılmıştır. Bu zat geriye denerek babama gelir, üzüntüsünü bildirdikten sonra, atı satanın arkasından birini gönderip verdiği paranın hiç olmazsa bir kısmım geri almasını ister. Babam üzülerek: “Nasıl olur, adam sattı gitti. Satış muamelesi resmen son bulmuştur, parayı nasıl geri alabiliriz ?” der. Üzgün bir halde başını elleri arasına alarak murakabeye dalar. O anda karşısında mübarek dedesi Hazret-i Siraceddin (K.S.)’i görür; kendisine, üzülmemesini Cenab-ı Hakk (CC. )’tan bu tayın canının iadesini temenni ettiğini söyler. Bir müddet sonra mübarek pederim henüz murakabeden başını kaldırmadan, adamın biri uçuruma düşen tayın kımıldadığını bağıra, bağıra söyleyerek gelir. Bu ses üzerine mübarek pederim kendine gelmiş. Oraya gidenler tayı yerinden kaldırmışlar yalnız hayvanın boynu zedelendiğinden eğri bir halde kalmış. Zamanla tay güçlenmiş, pederim de Allah (CC)’a hamd ve şükürde bulunmuş. Evliyaların güç ve kudretleri Allah (CC) vergisidir, zira onlar gerekirse atılan okları geriye çevirirler.
Yine pederim Hazret-i Şeyh Alâeddin (K.S.)’den duymuştum:
Gerco köyünde, elli yaşında bir zat vardı. Bu adamın çocukları olmuyordu. Bir gün üzüntülü bir şekilde hanegâha gelerek, Yüce Allah (CC)’ın kendisine bir çocuk ihsan etmesi için babamdan dua etmesini ister. Şayet isteği yerine gelirse hanegâha hizmet için bir katırı hediye edeceğine söz verir. Pederim kendisine lüzumlu tâlimatla birlikte yazılı bir dua verir. Az bir zaman sonra imkânsız olduğu halde, bu zatın hanımının hamile kaldığı anlaşılır. Adam, karısı gebe kalınca, şeytana uyarak katırı hanegâha vermekte tereddüt eder ve hatta satar. Hakk Teâlâ’nın güçlü kitabının Tevbe sûresinin 75. ayetinde:
“Aralarında ‘Allah bize bol nimetinden verecek olursa, and olsun ki sadaka vereceğiz ve iyilerden olacağız’ diye O’na and verenler vardır” buyurulmuştur.
İşte bu olayda da şeytan, bu adamın aklına girerek, sadaka olarak katırdan başka bir şey vermesini adamın kafasına sokup onu aldatmıştı. Adam, katırı sattığından dolayı, bu davranışı herkesçe ayıplanır. Adamcağız utancından sattığı katırın parasını bir o kadar daha ekleyerek hanegâha gönderir. Fakat rahmetli pederim parayı kabul etmeyerek iade eder ve vaad ettiği katırı isteyerek, şöyle konuşur: “Ben, kendisinden bir şey istemedim. Kendi, işi olursa gönül rızasıyla vermek üzere hanegâha bu adağı adadı. Katırı vermediği takdirde, çocuk annesinin karnında kalacaktır” der. Bu zatın hamile karısı, Allah (CC)’in cezası olarak, çocuğu doğuramayıp dört sene karnında taşımıştı. Adamcağız dört yıl sonra nedamet ve korku içinde kalarak hanegâha gelir ve babamdan yardım ister. Babam da: “Artık çocuk için benden dua isteme, eşinin kurtulması için iste” der ve eşi için dua eder. Aynı gece adamın karısı ölü bir çocuk doğurarak gerçek bir ölümden kurtulmuş olur.
Siz de fikrinizi belirtin