“Lübnan’da, Sayda şehrinde hatib olan Şeyh Nezih Efendi’ye yazdığı mektubun suretidir.”
Sevgili ve aziz Şeyh Nezih Efendi!
Yüce Allah (CC), sizleri ve bizleri, her türlü mekruh olan şeyden uzak kılsın ve affetsin. Şer’î tarikat işleri hakkındaki konuları ihtiva eden mektubunuzu almış bulunmaktayım. Mektubunuz bize, güzel niyet ve akidenizin selâmetini anlatmış oldu. Şimdi, Lübnan’da bulunan ve bu tarikatın mensubu olan kardeşlerimin şeriat ve tarikat hakkındaki sorularını cevaplayacağım:
İki gözüm, bu ulu tarikat, yeni doğmuş bir bid’atın eseri değildir. Bu tarikatla müşerref olanlar ve doğrulukla üzerinde sebat edenler, kalplerinin aydınlandığını görmüşlerdir. Bu kişiler, gün be gün, Yüce Allah (CC)’ın yardımını görmekte, gizlice üzerlerinde biriken ve gözlerini kör eden keyfi davranışlarının ve nefsi emmarelerinin kirliliğinden ve fasid ilişkilerinden sıyrıldıklarını hissetmektedirler.
Azizim, şunu bil ki, bizim ulu tarikatın meşrebi, yürüyeceği ve benimseyeceği yol, Allah (CC)’ın rızası üzerlerine olsun, Sahabe-i Kiram’ın meşrebi ve yoludur. Yani onların izlediği ve yürüdüğü yoldur. Bunun esası da doğruluk ve ihlâstır. Bunu ancak, ihtisas ehli kazanabilir. Zira bu iş, Yüce Allah (CC)’ın kerem ve faziletine bağlıdır, dilediğine ihsan eder; Yüce Allah (CC), azametli ve fazilet sahibidir.
Tarikatımız, bizden önce gelen ve göç eden peygamberlerin yoludur. Nitekim Hakk Teâlâ (CC) Yusuf Sûresi, 108. Âyet’inde:
“Onlara de ki: İşte benim yolum, ben de basiret üzere, Allah’a davet ediyorum, bana tâbi olanlar da basiret ile davet ederler; Allah, her şeyden tamamiyle münezzehtir; ben, Allah’a ortak koşanlardan değilim” buyurmaktadır.
Ve yine Bakara Sûresi, 136. Âyet’inde:
“Deyiniz ki, biz, Allah’a ve bize indirilen Kitab’a, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve ahfadına indirilmiş olanlara, Rabbleri tarafından Musa ve İsa’ya verilenlere, Enbiya’ya verilenlere de iman ettik, onları birbirinden ayırdetmeyiz. Biz, yalnız O’nu izleriz ve O’na tâbiyiz” buyrulmaktadır.
Bu tarikatın başlangıcında, kişi, sabırlı ve kararlı olmalı, kolaylığı terk etmelidir. Buradaki azmetmek ve kolaylığın terki, bazı insanların düşündüğü gibi, kısa namaz kılmayı reddetmek değildir. Bu sözlerden maksat ve murad; yemek, içmek ve giyinmekte fazla özentiden kaçınmak, bunları azaltarak sadeliğe yönelmektir. Bunlar, her ne kadar mubah ise de, azaltılmalarında fayda vardır. Nafile ve farzlarda, Allah (CC)’ın rızasını kazanmak için kolunu sıvayarak çalışmak, fakirlere ve muhtaç kimselere yardım etmek, pek çok ecir ve sevap getirir.
Nitekim Yüce Allah (CC), Bakara Sûresi, 177. Âyet’inde:
“İyilik, sadece yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz değildir; belki iyilik, o kimsenin iyiliğidir ki: Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitab’a, peygamberlere inanır; malını seve seve yakınlarına, yetimlere, yoksullara, yolda kalmış olanlara, dilencilere, esir azadına verir. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir; onlar, söz verdikleri zaman sözlerini yerine getirirler. Sıkıntılı, hastalıklı, kavganın şiddetli zamanında sabrederler; işte sadık doğru olanlar, bunlardır. Takva sahibi olanlar da, bunlardır” buyurmaktadır.
Bizim tarikat dairemizin ekseni ve İlâhî sevginin anahtarını, muhterem dedem Şeyh Ömer Ziyaeddin (KS)’in bazı müridlerine yazmış olduğu bir mektupla belirtmeye çalışacağım ki; tarikat usul ve adabı, bir öğüt ve rehber olsun. Hazret der ki:
“Bazı ulu evliyalar, maiyetinde yürüyen müridlere, bir öğüt olmak üzere: ‘Bir kul, nefsini, kendisine itaat etmesi için nimetleneceği ve üzüleceği bir şekle sokmalıdır’ demişlerdir.
Şu bir gerçektir ki, nefis, seni daima, Allah (CC)’a ibadetten alıkoymaya çalışır. Sahibini Allah (CC)’tan gayri bir yola ve düşünceye yöneltir. Nefis, kalplere hâkim olup kalpleri istilâ edince, onu esir alarak hâkimiyetini kurmuş olur. Kendisi harekete geçince, kalp de vücutla birlikte harekete geçer. Böylece akıllı bir kimse, kendisiyle Yüce Allah (CC) arasında bir mani olmadığına dair nasıl bir iddiada bulunabilir veya ibadetini nasıl ihlâsla yapabilir? Nefsin, kendisine ne türlü belâlar getireceğini bilmez. Zira başıboşluk ve keyfî davranış, nefsin ruhu olup hizmetçisi de şeytandır ki, şer ve belâ, şeytanın yapısında yerleşmiş bulunmaktadır. Hakikata karşı gelmek, onunla bozuşmak ve çatışmak, şeytanın maya hamurunda yoğrulmuştur. Nitekim onun sıfatlarından şüphe, tereddüt, büyüklük, kıskançlık, iddia, saygısızlık, tahayyül, emel ve buna benzer birçok sıfatlar vardır ki, Allah (CC), bizleri bu gibi sıfatlardan korusun.
Bir kul Yüce Allah (CC)’ına nasıl ibadet ediyorsa, nefis de öylece şeytana ibadet etmeyi sever. Kul Rabbine nasıl tazim ederse, nefis de şeytana öyle tazim eder. Şayet şeytanın bu sıfatları bir kulda yerleşirse, o kul Rabbine nasıl yaklaşabilir? Kul, bazı hal ve hareketlerinde şeytanla barışırsa, o kul nasıl doğrulanır? Kesinlikle bilinmeli ki, nefse ve şeytana şefkat gösterenler, hiçbir zaman kurtuluşa erişemezler. Doğru bir kimse, nefsin arzuladığı veya şiddetle sevdiği şeyleri bırakır veya yapmaz ise, o vakit içinde rahatlık duyar. Şeytan, insanı, hiçbir vakit güzellik, iyilik ve nezahata yöneltmez. Bir kimse, nefsi emmaresi dolayısıyla şey-tana yakınlıkduyarsa, onun hatırı için bir Müslümanın kalbini kırıp zarar verirse hata etmiş olur. Zehirden daha etkili zarar veren bu davranışından kaçınmalıdır. Kırılan kalp yüzünden, bir hayır beklememelidir. Çünkü kırılan o kalp yüzünden, kendi kalbinde bir kalkan oluşmuştur. Bu kalkan yüzünden, kötü düşünce ve hatıralardan kurtulmaz.
Yüce Allah (CC), güçlü Kitab’ının Şems Sûresi’nin 9-10. Âyet’inde:
“Nefsini pak eden, muhakkak umduğuna erişir, nefsini cehalet ve masiyet ile örten de ümitsiz kalmış olur” buyurmuştur.
Bu yolda yürüyen bir kimse, nefsine şiddetle karşı gelmekle uğraşmalı, işini gücünü bırakıp nefsi ile şiddetle cihad etmeli ve bu şekilde onu olduğu yerde durdurmalıdır. Nefsi ihmal edip ona karşı gevşek davranıldığı takdirde, nefis onu aldatır ve boynuna binerek kişiye hâkim olur. Fakat kişi, nefsi ile cihatta, zaman zaman ona rahatlık vermeli, ancak bu rahatlık, onu pek serbest bırakacak derecede olmamalıdır. Kişi, nefsine karşı düşmanca davranırsa, onu tatlılıkla aldatarak bir hayli yorup uğraşmalıdır. Eğer nefsini izlemeyi bırakırsa, bu kez nefis onu izler.
Bu yoldaki bir müridin nefsi ile uğraşmasının usul ve adabında özetle diyebiliriz ki; nefsin yuları, müridin elinde olmalıdır; ne fazla asılmalı, ne de fazla gevşetmelidir.”
Ey iki gözüm Şeyh Nezih! Yukarıda açıkladığım konu, dedem Şeyh Ömer Ziyaeddin (KS)’e aittir. Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz, Hazret-i Ebu Bekr (R.A.) ile ilgili bir Hadis’inde, eshabına hitaben: “O, fazlaca namaz kılıp oruç tutmakla sizlerden daha faziletli değildir. O’nun fazileti, bir şeye dayanır ki, o da, göğsünde yerleşen şeydir” buyurmuşlardır. Bu Hadis, ulu tarikatımızın başlangıç ve mahiyetini anlatmaktadır. İşaret edilen şey ise Yüce Allah (CC)’ın fazileti ve inayeti ile haleflerin seleflerinden aldıkları mirastır. Bu miras, tarikatlara başkanlık eden torunları ile bu güne kadar süregelmektedir. Bunun tadını alanlar bilir.
Yüce Allah (CC), En’am Sûresi 124. Âyet’inde, Hazret-i Ebu Bekr (R.A.) hakkında:
“Yüce Allah, Peygamberliği koyacağı yeri daha iyi bilir” buyurmuştur.
Gözümün nuru! Mektubunuzda, şiilerin imamlarına, Peygamber (SAV)i meth ve sena eden şiir ve naatlara benzer şeyler yazıp verdikleri gibi, yanınızda bulunan bazı yakınlarınızın, mürşid hakkında vasıf ve övgüler yazıp bu şiirler sebebi ile Allah (CC) tarafından korunduklarını ve kâinatta tasarruf haklarının olduğunu, beyan ettiklerini anlatıyorsunuz.
Ey aziz kardeşim! Akıllı bir kimse, bir şeyin ne olduğunu anlamak istiyorsa, ehlinden öğrenmelidir. Başka kapı ve yollara başvurmamalıdır. İlim ve zikir ehline sorulmalıdır. Biz, hiçbir peygamber ve ehlibeytinden, hatta bu ulu tarikatın herhangi bir şeyhinden, böyle sözler işitmedik. Şayet Yüce Allah (CC), kullarından herhangi birini üstün bir keramet sahibi kılmayı dilerse, bu kul, Allah (CC)’ın mülküne keyfî olarak tasarruf edemez; zira Allah (CC)’ın güç ve kudretine ihtiyacı vardır.
Nitekim Hakk Teâlâ (CC), Cin Sûresi, 21. – 22. Âyetler’inde:
“De ki, ben, sizin için ne zarara ve ne de menfaat ve hayra malik değilim. Ve yine onlara de ki: Allah’a karşı gelirsem, hiç kimse beni azaptan kurtaramaz, O’ndan başka sığınacak yer de bulamam” buyurmaktadır.
Hazret-i İbrahim (AS), Yüce Allah (CC)’ın emri ile dört kuşu parçalara ayırıp, parçaları karıştırdıktan sonra her birini bir dağa bırakmış, sonra yanına çağırması ile bu parçalar derhal toparlanıp gelmişler; ne etlerinden, ne de kemik ve tüylerinden bir kısmı eksik olmamıştı. Acaba Hz. İbrahim (AS)’in onları davet etmesi ile mi, yoksa Allah (CC)’ın Hz. İbrahim (AS)’e bağışladığı güç ve kudret ile mi canlanıp gelmişlerdi? Yüce Allah (CC), dilediğine, kendi yüce varlığından keramet ve mucizeleri ihsan eder.
Nitekim Allah (CC), Nahl Sûresi 31. Âyet’inde:
“Orada, onların diledikleri her şey vardır, Allah, sakınanları böylece mükâfatlandırır” buyurmuştur.
Bizler ayetleri, peygamber mucizelerini, evliyaların kerametlerini doğrulamaz isek, Allah (CC) korusun, din ve dünyamızı kaybetmiş oluruz. Maksat ve muradımız, bu ulu tarikata tutunmak ve bununla şereflenmek olup, kerametleri ve fevkalâde şeyleri inceleyip tahkik etmek değildir. Bu binanın temeli, ayıplarla örtülü olan zâlim ve kabahatli nefsi emmareyi ıslah edip temiz ve pak etmek, onu, bu gibi illet ve afetlerden kurtarmak, İlahî sevgi ve yakınlığa ehil olacak bir yakınlığa getirmektir.
Fecr Sûresi 27.-30. Âyetler’inde:
“Ey emin ve mutmain olan nefis, sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabb’ine dön, has kullarımın arasına gir, onlarla birlikte cennetime gir” buyrulmuştur.
İşte en büyük başarı ve mutluluk budur. Bu başarı ve mutluluk, ancak tarikata mükemmel vâkıf olan nasihat verici, uyarıcı, âlim ve kâmil bir şeyhi izlemekle mümkündür. Bir mürid, bir şeyhe nefsini teslim etmediği takdirde, İlahî muhabbetten uzak kaldığı gibi, bütün bu anlattıklarımızdan da mahrum kalır. Mürid, mürşidinin elleri arasında, tıpkı bir ölünün ölü yıkayıcısının elleri arasında bulunduğu gibi bulunmalıdır.
Hakk Teâlâ (CC), Nisa Sûresi, 65. Âyet’inde:
“Öyle değil! Rabb’in hakkı için onlar, aralarındaki karışık işlerde seni hakem kılmadıkça, hem de verdiğin hükümden dolayı can sıkıntısı duymaksızın sana tamamiyle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar” buyurmaktadır.
Ey iki gözüm kardeşim! Sorduğun sorunun cevabı budur. Tarikatın usul ve âdâbını öğrenmek için bundan başka neye dayanılır? Diğer soruna gelince: Bir kimse, tehlikeli bir durumda veya kerahat duyulacak bir şeyle karşılaştığında, Rabb’inden mi yardım istesin, yoksa mürşidine mi seslenmiş olsun? Yüce Allah (CC), icabet yönünden terbiye ve edep hususunu bizlere, Nisa Sûresi, 64. Âyet’indeki buyrukları ile öğretmektedir. Şöyle ki:
“Onlar, kendilerine zulmettikleri zaman, sana tevbe ederek gelip, Allah’tan yarlıganma isteselerdi, Peygamber de onlar için yarlıganma isteseydi, elbette Allah’ı tevvab, rahîm bulurlardı.”
Bu bakımdan, zat-ı âliniz, ilim ehlindensiniz, bundan fazla bir açıklamaya lüzum yoktur zannederim.
Diğer yönden, yabancılar gibi toplumdan uzaklaşmış, inzivaya çekilmiş müridler hakkındaki yazınıza gelince; bizler, Müslümanlara yardım ve hizmetin kesilmesi hususunda bir emir vermedik, veremeyiz de… Aksine, onları, doğruluk ve takva yönünden birbirlerine yardıma teşvik ettik, gayretlendirip heveslendirmeye çalıştık. Ve onlara: “Bir kul, Müslüman kardeşine yardım ettiği sürece, Allah (CC) da o kulun yardımcısı olur” dedik.
Öte yandan, siyaset ve particilik işlerine gelince; bir insan, kendini, ne olacağı belirsiz, karışık işlerle emniyet altına alamaz. Nitekim çok önemli bir konu olan bu iş hakkında Cenab-ı Hakk (CC), İsrâ Sûresi, 36. Âyet’inde:
“Bilmediğin bir şeyin arkasına düşme. Çünkü kulak, göz, gönül; hepsinden sahibi sorumlu tutulacaktır” buyurmuştur.
Bir başka konu da zikir hakkında sorduklarınızdır. Bizler, onlara, doğru zikrin nasıl yapılacağını öğretmiştik. Allah (CC) lâfzında, (lâm) harfinin uzatılması lâzımdır. Bilinmelidir ki cehri zikir, şerefli Kâdirî tarikatının usul ve adabındandır. Biz, bu yönden, zikrin bereketini fazlaca almak için Allah (CC) anısını içimize koyduk. Tarikatımızda zikr-i kalbî vardır. Yani zikir, kalben yapılır. Bu hususta yeni baştan bir risale yazarak ve özellikle Nakşibendî tarikatına yeniden intisab edenlere bildirdik. Münasebet lüzum ettikçe de her vakit açıklayıp gösterdik. Sanki vaaz ve nasihati ilk defa öğrenmişler ve bu tarikat hakkında yeni bir fikir alıp öğrenmek istiyorlarmış gibi, tarikata henüz dâhil olmuş kişiler hakkında verdikleri ani hüküm ve düşünce ile onların tasarruflarını kötü görmüş olmaları doğru değildir. Bizler, bu fiile teşebbüs etmeleri hususunda emir vermedik. Sizin ilmî sıfatı taşıyan bir kişi olmanız sebebiyle, Müslümanların kalplerini birleştirmenizi ve onlara, davranışlarının doğru olmadığı hakkında dini nasihatta bulunmanızı tavsiye ederim. Onlara yumuşaklıkla yaklaşmanın daha iyi sonuç vereceği aşikârdır, efendim.
Yazdıklarınız vefalı, ihlâs sahibi ve merhametli bir kalpten çıkmışsa, sözünüz geçerli ve şeriata uygundur. Sakın bu söylediklerimden alınmamalı ve gücenmemelisiniz. Yukarıda size, bu ulu tarikatın cevherî yönlerini ve başlangıcını açıklamış olduk. Bizzat nefsî dahi olsa doğruyu söyle, şeytana karşı bir süngü gibi davran. Kur’an-ı Kerim’de Sad Sûresi 82. -83. Âyetler’inde, şeytan, Allah (CC)’a şöyle söylemiştir:
“Şan ve şerefin hakkı için ben, onların tümünü azdıracağım. İçlerinden hâlis ve muhlis kullarından başka”
Evet, sen, şeriat yolunda yürüyen, âlim sıfatı taşıyan bir şahsiyetsin. Ve yine evkaf idaresinde din işlerini yürüten, vakıflara ait müesseselerin, cami ve mescidlerin ve benzer hayır yerlerinin bina ve tamirine vesile olan ve yetimlerin hakkını koruyan bir devlet memurusun. Bu sebeple, ilk iş, kalpleri doğrulukla birleştirmektir ki, bu hususta en önemli görev, nasihattir. Sizin yapacağınız iş, tasavvufa karşı kin ve kıskançlık içinde savaşanlara, usanmadan ve korkmadan nasihatta bulunmanızdır.
Çünkü bu türlü anlaşmazlık, ne şeriatta ve ne de tasavvufun usul ve adabında vardır. Bu türlü davranış ve harekette bulunanlar, bizlerden olmadığı gibi, bizler de onlardan değiliz. Bizler, Allah (CC)’ın izniyle, hak yolunun şaşmayan doğru yolunda yürümekteyiz. Cahiller, ilim ehlinin düşmanıdırlar. Acaba KALPLERİN TIBBI kitabını görüp, okudular mı? Bu kitap, kâmil bir mürşid olan babamız ve önderimiz Şeyh Alâeddin (KS) Hazretleri’nin eseridir. Bu kitabı okursanız, Hakk’ın ve tasavvufun ne olduğunu anlar, o vakit inatçı inkârcıların yaygaralarına kulak asmaz, dönüp bakmazsınız. Bu gibilere nasihatta bulununuz. Hatta Şeyh Abdullah Habeşî’nin de talebelerini uyarıp nasihatta bulunursanız, iyi etmiş olursunuz. Şimdi bu yazdığınız olayı, onlarla birlikte inceleyip tahkik ediniz. Bu anlaşmazlıklara birlikte mani olunuz. Bu zatlar, ne sebeple, küfür ve taşkınlık sebebi olan yahudi ve Hıristiyanlarla mücadele etmeyip, kendilerini ibadete vermiş Müslümanlara yüklenmektedirler? Birlik ve beraberlikten ayrılıp, dağılmak ve birbirine kin ve garaz göstermek, dinimizce yasaklanmıştır. Bu konuda Allah (CC), Al-i İmrân Sûresi, 103. Âyet’inde:
“Hepiniz birden Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, birbirinizden ayrılmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler, yekdiğerinize düşman idiniz. Allah, sizin kalplerinizi İslâm ile birleştirdi de O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuzdu.” buyurmuştur.
Ve yine bu konu üzerine Hakk Teâlâ (CC), Hucurât Sûresi, 10. Âyet’inde:
“Mü’minler, hakikatte, kardeşten başka bir şey değildir. Artık iki kardeşin arasını bulun, Allah’a karşı durmadan sakının.” buyurmuştur.
Ey sevgili kardeşim Şeyh Nezih! Size vaktiyle yazmıştım; tarikatın, bir hizip veya parti olması mümkün mü? Evet, ey tarikat ehli ve erbabı ve dostlarımız! Şu Âyet’e dikkat edin! Hakk Teâlâ Mücadele Sûresi, 22. Âyet’inde:
“İşte onlar, Allah’ın askeri ve adamlarıdır. Haberiniz olsun ki, umduklarına erecekler, Allah’ın askerleri ve adamlarıdır” buyurmaktadır. Âyet’teki açıklığa göre, tarikat, bu söylenen kimselerin gayrısından uzak ve temizdir.
Mektubunuzun sonunda, bir cemaatin sözleri ile bu mektubu yazmak zorunda bırakıldığınızı işaret ediyorsunuz. Belki de gerçek budur. Ne var ki, siz, ilim ehlisiniz, tarikatın adap ve usulünü ve tarikatların ne yolda yürüdüklerini biliyorsunuz. Buna ilâveten Nakşibendî Tarikatı’nın seyr ve sülûkunu bilmektesiniz. Güvenilir kitaplarda da tarikatımızın nasıl doğup çıktığı, nasıl yayıldığı bildirilmektedir. Bütün bu konular malûmunuzdur. Mektubunuzda, Erbilli Şeyh Mehmed Emin’in kitabından söz ettiğinize göre, mektubun sizin düşünce mah-sulünüz olmadığı, mezkûr şeyhin düşüncesi olduğu anlaşılmaktadır. Bu zat, vaktiyle, dedemiz Hazret-i Şeyh Ziyaeddin (KS)’in görevlisi idi.
İki gözümün nuru! Mektubunuzda, Allah (CC) yolunda cihaddan söz etmektesiniz. Şunu bilin ki, cihad, beş farzdan sonra bir Müslümandan istenilen bir emirdir. Bu beş erkânın ne olduğu, herkes tarafından bilinmektedir. Cihad konusuna gelince; bu da küçük cihad ve büyük cihad olmak üzere iki kısımdır. Büyük cihad olan nefsi emmare ile mücadele gerçekleşmeden, küçük cihad düşünülemez. Asıl büyük cihad, nefsi emmare ile mücadele ve cihaddır. Bir kimse, bununla şeriatı izler, akidesini doğrultur, helâl ve haramın ne olduğunu anlar ve öğrenir. İşte bütün bunlar büyük cihaddır ki, bir kimse, bunu, ancak ehliyetli uyarıcı, arif bir mürşidi izlemekle elde eder. Onun irşadı ile pas ve kirden kurtulmuş olur. Bu suretle Allah (CC)’ın kelâmını yükseltmek için bu yolda tatlılaşmış olur ki, icabederse bu görevi, şahsî menfaati için değil, şeriatın ismeti ve Müslümanların korunması amacıyla yapar. Müslümanlar, bu şartla birlik içinde birbirine sarılmış olurlarsa, ortaya Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz’in Bedir savaşında olduğu gibi, mani olucu, güzel bir güç ve kuvvet oluşmuş olur. Oluşan bu güç sayesinde, hakları ve vatanları ellerinden alman, zulüm altında bulunan Müslümanların mallarını, canlarını, ırzlarını, dinlerini koruyup müdafaa etmeleri için Yüce Allah (CC), onlara, gereken izni verir. İşte Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz, bu tarzdan gayrı bir cihada kalkmamıştır.
Ey, aziz kardeşim Şeyh Nezih! Mektubunuzun bir yerinde, benden, tarikatta râbıta ve yardım hususunun açıklanmasını istemektesiniz. Rabıtanın çıkış yeri, Hakk Teâlâ (CC)’nın: “Ey iman edenler! Allah’tan çekininiz, sâdıklarla birlikte olunuz” buyruğu üzere, Kur’an-ı Kerim’dir. Bu İlâhî buyruk, boşuna değildir. Zira sâdıklarla birlikte olmamız, kalbimizi nefsin pasından, kirinden, fısk ve fücurundan, küfründen, inadından temizlemiş olur. Bu sebeple Cenab-ı Hakk (CC), bizlere, sâdıklarla beraber olmamızı emretmektedir. Acaba bu söz, bizleri hikâyelerle teselli etmek için mi söylenmiştir? Hayır, bu söz, salih ve kâmil bir insanın veya mürşidin kalbinden doğup, müridine sirayet eden, manevi feyz ve bereketi kazanmak ve Allah (CC)’a yaklaşmak için buyrulmuştur.
Büyük bilgin İmam Fahreddin Râzî Hazretleri (KS)’nin Tefsir-i Kebir’inde: “Sabredin, birbirinize bağlanın, Allah’tan çekinin ki kurtuluşa erişesiniz.” Ve yine aynı tefsirde, Yunus Sûresi’nde bu Âyet açıklandığı gibi üç mana taşır: Şeriat, tarikat ve hakikattir.
Celâleyn Tefsiri’nin ikinci cildinde, Cemel Haşiyesinin sahibi ve İmam Beyzavi de keza yukarıdaki Âyet’i aynı ölçüde anlatmıştır. Şayet bundan daha açık bir bilgiye ihtiyacın varsa, yukarıda adı geçen kitaplara ve daha birçok âlimlerin eserlerine başvurabilirsin.
Rabbani âlimlerin eskilerinin ve gerekse haleflerinin ulu tarikatın usul ve adabı hakkındaki telif eserleri, bu konularla yüklü bulunmaktadır. Zira ilim ve basiret ehli, gerçekleri, açıkça kitap ve sünnetin iz ve işaretlerinden öğrenip almaktadırlar. Bu yazılanlarla kanaat sahibi olmayanlara, bu hususu nasıl inandıralım?
Şimdi ilk Âyet’e dönelim. Ey sevgilimiz! Kişi yeryüzünün batısında sâdıklarla olduğuna göre, aynı zamanda doğusunda da sâdıklarla birlikte bulunması nasıl imkân dâhilinde olabilir? Bu İlâhî buyruğu nasıl tatbik edebilir? Bu yüzden, bir mümin, ancak kalbî duygusu ile sâdıklarla birlikte olabilir, onların başlangıçlarını teyid eder. Böylece Âyet’teki İlâhî buyruğu infaz etmiş olur ki, kişi bâtınî yönünü aydınlatarak, karanlık halden, nuranî hale dönmüş olur. Bu da kişinin kalbine huzur ve rahatlık getirir.
İşte ulu tarikatların meşayihi, ilk önce müridlerine, bu şerefli rabıtayı tesis etmeleri için telkinde bulunurlar. O vakit müridin nefsi, kendiliğinden Allah (CC)’ı anıp zikretmeye yönelir. Böylece, Yüce Allah (CC)’ın fazileti ile İlâhî sevgi ve muhabbet kazanılmış olur ve doğru yoldan basiret ve hevesle yürürler. Böylece kişi, nefsî ve kalbî huzur mertebesine yükselmiş olur.
Ey aziz şeyhim! Tarikattaki seyr ve sülûku ve nefisle cihadı yerine getirmeyi, Padişahlar Padişahı olan Hakk Teâlâ (CC)’dan uzak görenlerin düşüncesi, sınırlı ve kısa olup görüşleri de zayıftır. Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz, bu türlü görüş ve düşüncelerin, insana en büyük düşman olan kötü sıfat ve sonuçlara götüreceğini bildirerek, bizleri uyarmıştır.
Bir kimse, Rabbanî âlimler veya ârifler mertebesine ulaşmak istediği takdirde, bu kişilerle tanışıp şereflenmeden, kendi çabası ile nasıl o mertebeye varabilir? Zira buraya varıncaya kadar geçtiği yerlerde birçok zorluklar, gecikmeler, ihtarlar, uyarılar, dar boğazlar, tehlikeli ruhanî ve cismanî değişikliklerle karşılaşmış olur. Bir de kaybolup yok olma tehlikesi vardır. Bu sebeple, yanında yol gösterecek, tarikatın istikametini, en uygun ve güzel yollarını izletecek, hedefe varmak için en kısa ve emniyetli yolu gösterecek bir mürşidi yoksa, tehlike ile karşı karşıya olduğu gerçektir. Bu yolda en usta ve mahir rehber, asaleten, Allah (CC)’ın selâmı üzerlerine olsun, peygamberlerdir. Onlardan sonra, onların gösterdiği yolda doğrulukla yürüyen, doğru düşünen ve varisleri olan Rabbanî âlimlerdir.
Yüce Allah (CC), bu zatları, kullarına kestirme ve emniyetli yolu göstermeleri için bir rahmet olarak göndermiştir ki, Kur’an-ı Kerim’de Yusuf Sûresi, 108. Âyet’inde, mektubumuzun başında söylediğimiz gibi, bu konu açıkça bildirilmiştir.
Yüce Allah (CC), bu sâdık zatları, tarikata intisab edenlere yol gösterici yıldızlar yapmıştır, bizlerin de O’nlarla birlikte olmamızı emretmiştir. Şûra Sûresi’nin 13. Âyet’inin son kısmında:
“Allah, dilediğini kendisine ayırır, Hakk’a ve itaate dönen kimseyi de hidâyete erdirir” buyrulmuştur.
Büyük ve tam kemal sahibi Şeyh Ömer Ziyaeddin (KS)’in oğlu, pederim Şeyh Alâeddin (KS), Tıbb-ül Kulûb adlı eserinde, Allah’a hamd ve senadan, Resulüne salât ve selâm getirdikten sonra şöyle demektedirler:
“Ey Kardeşlerim! Ey din ve iman ehli! Başlarınızı, cahillerin dostlukları ile oluşan gaflet yastığından kaldırın. Henüz vakit var iken, âhiretiniz için amel ediniz. Allah (CC), sizlere göz verdiği halde bir şey görmüyor, kulak verdiği halde işitmiyorsunuz. Kalp vermiş, bir şey hissetmiyorsunuz; ölümü vermiş, bunu hatırlamıyorsunuz. Her nefis ölümü tadacaktır. Zira kusur edenlere, taşkınlık yapanlara ve umursamayanlara şiddetle azap vardır. Bunu hissetmiyorsunuz. Sonunda, her nefis, yaptığını bulacaktır. Yüce Allah (CC)’ın, yapılanlardan haberi vardır. Cehennem ateşi üzerinde olduğunuz halde, sabırlı değilsiniz. Kim taşkınlıkta bulunur ve dünya hayatını üstün görürse, onun sığınacak yeri cehennemdir. Mevlâ’mız, sevgilimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz: ‘Din nasihattir’ buyurmuşlardır. Eshab-ı Kiram’dan bazıları, kendilerine: ‘Kime nasihatte bulunalım, ey Allah’ın Resulü?’ diye sorduklarında, Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz: ‘Yüce Allah’ın Kitab’ı ve Resul’ü istikametinde, Müslümanların imamları ile bütün Müslümanlara nasihat gerekir’ buyurmuşlardır. İşte ben, Allah (CC)’ın rahmetine sığınan şu fakir ve hakir Muhammed Alâeddin, sizlerin kurtuluşu bulacağınız nasihati öğretiyor ve sizi bu yolda uyarıyorum. Bu nasihatımla, kıyamet gününde imanlı halde ve emniyet içinde olmanızı diliyorum. Yüce Allah (CC), rahmet ve fazileti ile bizleri ve sizleri, güzel amel ile amel eden kimselerden eylesin, zira O (CC), merhametlilerin en merhametlisidir.”
Yüce Allah (CC), Necm Sûresi 39-40. Âyetler’inde:
“İnsan için kendi sa’yından (çalışmasından) başka bir şey yoktur. Sa’yı da mutlaka görülecektir” buyrulmaktadır.
Zâriyat Sûresi, 56. Âyet’inde:
“Ben, cin ve insanı, yalnız bana ibadet edilsin diye yarattım, yoksa onlardan rızık da istemiyorum.” buyrulmaktadır.
Bir Hadis-i Kudsî’de: “Hakkıyla çalışıp beni isteyen bir kimse, beni yanında bulmuş olur” buyrulmuştur. Yüce Allah (CC), bize, zâhiren ve bâtınen, zikir ve takvada bulunmamızı emretmiştir. Bunu “Sakın gafillerden olma!” buyruğu ile anlatmıştır. Bizim gafletten ve nefs-i emmarenin keyfî arzularını izlemekten uzak kalmamızı, Kehf Sûresi 28. Âyet’inde emir buyurmuştur:
“Sabah akşam Rabb’lerinin yüzünü, rızasını kastederek O’na ibadet edenlerle beraber, kendini sabırlı kıl. Dünya dirliğinin debdebesine kapılarak, onlardan gözlerini ayırma. Gönlünü zikrimizden gafil kıldığımız, hevesine uymuş, hali harap olmuş kimselere itaat etme.”
Böylece aklımızı, fikrimizi güzelleştirip, düzeltmemiz icab etmektedir. Yüce Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz, bir Hadis’inde: “İnsan cisminde bir et parçası bulunmaktadır ki, bu et parçası iyi olursa, ceset bütünüyle iyileşmiş olur; bozulursa, ceset bütünüyle bozulmuş olur. İşte o et parçası, kalbtir” buyurmuşlardır.
Allah (CC) cümlemizi O (SAV)’nun aydınlık yolunda yürütsün, kalbimizi güzelleştirsin, üzerimizden gaflet perdesini kaldırsın. İlahî bağışın en güzel yönü, Allah (CC)’ı görüyor gibi ibadet etmendir. Sen O (CC)’nu göremesen de O (CC), seni görmektedir. Kalpler O (CC)’nun yüce adını anmakla huzur bulur.
Fakat bugün baktığımızda, kalblerimizin ayıplarla dolu olduğunu görmekteyiz. İmanımız, gafletin karanlık verici perdesiyle örtülmüş olup, zikrullah unutulmuştur. Böylece, Yüce Allah (CC)’ın marifetlerini tanımayı unutmuş, nefsin taşkınlık ve rezillikleri ile uğraşıp, çalışmaktayız. Bu yüzden, sahip olduğumuz cisimlerimiz dahi kokmaya ve bozulmaya başlamıştır. Kendimizi öyle kaybetmişiz ki, sapıklık çöllerinde helak olmuş bir durumda, artık neyin helâl ve neyin de haram olduğunu ayırdedemez bir duruma gelmiş bulunmaktayız. Böylece hata ve isyanımız sebebiyle, Yüce Rahmân (CC)’ın aydınlık rahmetinden yoksun olduğumuzdan, kalplerimiz sertleşip, kabalaşmıştır. Allah (CC)’ın zikrini ihmal edip, kalbleri sertleşenlerin vay haline!
Ey kardeşlerim! Şunu bilin ki, dünya sevgisi, cehalete yenilme, tembellik kâbusu, kıskançlık hastalığı, hasislik deliliği, hayal ve ümide kapılma iç yaraları, başkanlık heves ve sevgisi, hiyanet hastalığı nezlesi, ayıp suçların göz ağrıtıcı tozları, hamd ve senâ kapılarının terk edilmesi, taşkınlık ve isyankârlığa karşı suskunlukla burun içlerinin kokması, buğz ve adâvet hastalığına tutulmak, içten düşmanlık beslemek, kötü ahlâkı benimsemek, büyüklük dalağının şişmesi, kalbin kinle ağrı duyması, duanın terki ile yozlaşma, doğru düşüncenin terki, kalbi titreten zikrin terki, vacibleri bırakmak hastalığı, itaatsizlik, kendini beğenmek, şükür ve imanı bırakıp gafleti sulamak, boş konuşmak, haccı bırakmak, zulmün nasırları olmak, hırs ve tamah sahibi olmak, insanları zemmetmek için kanın kaynaması, çirkin şehvetlere düşkünlük, yalan safrasının acılığına katlanmak, koğuculuk balgamı ile bulanmak, ahde ve vaatlere vefasızlık ile yaralanmak, hakkı yemek ve saklamak, karaborsa cüzzamına yakalanmak, riya kolerasına tutulmak, yemek yedirmekten kaçınma uyuzluğunu kaşımak, zekât vermekten kaçınarak çiçek hastalığı dökmek, sadakadan imtina ederek vücudu çıbanlı bırakmak, kin beslemek, ihsan ve bağıştan uzak kalıp bırakmak, rezillikleri yükseltip hırsla dolup taşmak, gaflet ve dalâleti benimseyip himaye etmek, bu sayılanların az veya çok da olsa kalbe getireceği belâ ve hastalıkları korumak… İşte böylece, bütün bu sayılanlarla buyruk âleminin güzelliklerini tutsak etmiş olursunuz. Her kim bunları kazanırsa, bu illetlerle kalblerini öldürmüş, Allah (CC)’ın sevgisini atmış, O (CC)’nun hidâyet nurundan yoksun kalmış olur. İşte bedenin ölmesi gibi, kalbler de bu illetlerle ölmüş olur. Ve yine bu sayılanlarla, doğruluk ve iman nuru ile ulaşılan, Hakk (CC)’ın rahmetinden mahrum kalınır.
Ey kardeşlerim! Sizler, nefislerinizin etkisi ile Allah (CC)’ı unutanlardan ve O (CC)’nun da unuttuklarından olmayın! Zira böyleleri, fâsık kimselerdir. Şeytanı düşman tanıyın. Yüce Allah (CC)’a tam bir niyetle tevbe edin. Yukarıda saydığımız hastalıkları, kusursuz ilâçları ile tedavi edin. Bu ilâçların sahipleri, Ârifler ve Rabbânî âlimlerdir. Bu mürşidlerin yardımı ile ve tavsiye ettikleri macunlarla hastalıklarınızı tedavi edin. Sakın her şeyi kaybeden gafillerden, taşkınlardan, fitne ve fesad sahibi cahillerden olmayın. Her türlü ayıp ve kirden temiz ve uzak olun. Allah (CC)’ın vefalı ve özel kulları olan velîleri izleyin. Zira güçlü Kitap’ta: “Onlar için korku ve endişe yoktur” diye bildirilip, Allah (CC) tarafından Âyetler’inin şahadetinde korunmuş oldukları açıklanmıştır.
Ey benim nasihatimi dinleyen ve kabul eden kişi, bil ki, böylece doğrulardan olmuş olursun! Tevbe ve istiğfardan sonra benim özlü şifa verecek haplarımı, nedamet yapraklarından; kızgınlık çiçeğimizi, tevbe terinden ve zahitlik tutkalından: takva çiğnemesinden, zikrin cevherinden, taatın madeni tuzundan ve yalnızlığın aydınlığından, tehlilin azametinden, korku tebeşirinden, huşu’un sabrından, Yaradan (CC)’a boyun eğip, tevazuun sarhoşluğundan, selâmet bademinden ve nafile kafilesinden, zilletin kâfurundan, az konuşma tohumundan, ağlama zencefilinden, cömertlik biberinden, az uyku zeferanından, güzel kokulu namazın başağından, tarçınlı şehvetlerin bırakılmasından, ciddiyetin karanfilinden, istek ve arzu karpuzundan, beşeri tabiatın terkinden, dostluk kurma sevgisinden, Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz’in sevgi saçan ıtırından, vücudun öz kabuğundan parçalar alıp, bunları, doğruluk havanında, utanç tokmağı ile döversin. Bu karışımı, şeriatın kalburundan eledikten sonra tortusunu bırakırsın. Özü alıp tevekkül balı, korku pekmezi, sabır kaymağı, kanaat gülünün teri, şükrün zülül suyu, hamd şerbeti ile birlikte, kalb şişesine yerleştirirsin. Bu macunu, sevgi parmakları ile yoğurmaya başlarsın. Sonra kırık gönlün mendili ile örtüp, feyz teklif arpasına göm. Daha sonra elde ettiğin ilâcı, karışıp imtizaç etmesi için göğüs boşluğuna kırk gün sabah vakti yerleştir. Ve doğruluk çamuru ile sıva. Güzel huy ve ahlâk güneşinde tereddütsüz kurut. Sonra rica kabına yerleştir, iyice pişmesi için dikenli dostluk odunu ile ateşleyip, yak. Piştikten sonra üzerine tatlı dil yağından birkaç damla damlat, çalışma tozundan serp, ihsan ve vefa derisini yüz, tevekkül bitkisini, irade gücü ile meyvelendir. Salih kişileri öd ağacı ile tütsüledikten sonra, bu vücudu uzman doktor olan âlim, kâmil, ârif bir mürşidin elinin altına ölü yıkayıcısının elinde bulunan bir ölü gibi at ki, mürşid, bu vücudu koruyup güçlendirmek için çevresini kerpiçle örsün. Böylece kabalıklardan, nefsin keyfi hevesinden, şeytanların sataşmasından, beşerî tabiatın aldatıcı sıcak mevsiminden korumuş olsun. Ve yine mürşidin açık bir hikmetle, her gün ve her gece, hatta her an, sana zarar vermeyecek bu macundan bir miktar yedirir.
Dünyada yaratılanların tümüne bakmaktan uzak kal, evhama kapılma. Yeis soğanını, riya yumurtasını, istirahat etini, mercimek tanesini bırak. Seni Allah (CC)’a yaklaştıracak mürşidinin dostluğunu kazan. Böylece zâhirini takva elbisesi giyerek ört. Nefsin senden sen de nefsinden hoşnut olursun. Zâhirî ve bâtinî her illet ve ayıptan, kötü davranışlardan temizlenmiş olursun. Nefis tezkiyesini tamamlayıp, tedbirle yol alıp, kalbine yukarıda açıkladığımız meziyetleri yerleştirecek olursan, o vakit kalb, huzur ve rahatlığa kavuşacağı gibi, kendisine musallat olacak belâ da ondan uzaklaşmış olur. Bu çalışmayla sende mevcut olan perde kalkmış olur, kalpte iman nurları belirerek Allah (CC) sevgisine en kuvvetli bir şekilde ulaşmış olursun.
Hiç şüphesiz o vakit, gaipten kalbi tezkiye eden bir ses, sana, kurtuluşa eriştiğinin haberini verir. Bu sesi duyduğun takdirde, üzüntüden sıyrılmış olursun. O anda hisseden kalb, duyan kulak, gören göz, ne varsa, büyük Padişah (CC)’ın rahmet nuruna dalmış olursun. Yüce Allah (CC) seni sevinceye kadar, içindeki sevgi eğilimi gittikçe artmış olur.
Nitekim Hakk Teâlâ (CC), Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz’e hitaben: “Onlara de ki: ‘Allah’ı seviyorsanız beni izleyin ki, Allah sizleri sevsin’ ” buyurmuştur, Yüce Allah (CC) bir kimseyi severse, o kimse, içinde bulunduğu daireden kurtularak sağlam bir ipe tutunmuş olur. İşte o vakit Yüce Allah (CC), senin işiten kulağın, gören gözün, tutan elin olur.
Ölmeden evvel ölmek sırrına erdiğin takdirde her türlü tehlike, zillet ve illetten uzak ve sâlim kalmış olursun. Bu illetleri üzerinden attıktan sonra, hidayet nurları seni, Allah (CC)’ın nimetlerine kavuşturduğu gibi, peygamberlerin, şehidlerin, salih kişilerin, doğruların ulu makamlarına götürmüş olur. Böylelikle Yüce Allah (CC), sana, kabul kapısını açarak irfan basamaklarına bastırır, aklın idrak etmeyeceği makama yükselmiş olursun. Kendini, uçsuz bucaksız irfan denizinde, nefsin ve şeytanın hile ve desiselerinden ve tahayyüllerinden uzaklaşmış ve dilediğin gibi yüzerek, dalarak üzerindeki arzu ve emelleri bir yana atıp uzaklaşmış bulursun.
Ve yine bu makamdayken, sevgi ve güzellikler tufanına gömülmüş olursun. Bu suretle, Yüce Allah (CC)’tan gayrı, bütün sevgilerden uzaklaşırsın ve sende yalnızca tek bir sevgi ve muhabbet yerleşir ki, o da muhabbetullahtır. Ve yine bazı vakitlerde seni, bu aşkın ateşi, öylesine yakmaya başlar ki, bu duygu, diğer yaratıkları sevmekten seni alıkoyar. Allah (CC) aşkı bütün varlığına sirayet edince, Yüce Padişah (CC)’ın ihsanıyla, ledünnî ilim sahibi olursun. İşte bu suretle, o Yüce Padişah (CC), fazlı ile seni sevmiş olur, bu sevgiyle seni öldürmüş olur, ahiret gününde dinin karşılığını da sana ödemiş olur.
Ey kardeşlerim! Bütün bu konuşmalarım ve açıklamalarım, sizlere nasihat ve derstir. Yaradılışınızın sebebini, neye davet olunduğunuzu ve ne ile mükellef olduğunuzu anlamanız, kusur ve kabahatlerinizi öğrenmeniz ve bilmeniz için bu satırları yazmış oldum. Zira Hakk Teâlâ (CC), yüce kudreti ile bizleri yaratmıştır. Yarattıklarının kendisine itaatli olup olmayacaklarını imtihan için de nefsi emmare ile şeytanı yaratmıştır. O (CC)’nun sonsuz fazilet ve ihsanı ile yolumuzu kapayan bu muhalif unsurları kesmek, bu uzaklık perdesini kaldırmak ve bizden istenileni bırakmak suretiyle Allah (CC)’a yaklaşmış oluruz.
Rabb’inden korkarak, nefsi emmarenin keyfi isteklerini yasaklayanlar için sığınacakları yer, Me’va cennetidir. Yüce Allah (CC)’ın azametli makamından korkanlara müjdeler olsun. Dünya sevgisine bağlanıp taşkınlıklar yapanların sığınacakları yer, Cahim cehennemidir. Vay yalancıların başına geleceklere!
Ey kardeşlerim! Gaflet ve cehalet yolunu bırakın. Zâhirî ve bâtınî niyetlerinizi, sevginizi, henüz fırsat varken temiz tutun. Yüce Rabb’inizden süratle af ve mağfiret taleb edin ki, genişliği yer ve gökleri kaplayan cennete kavuşasınız. Zâhirî ve bâtınî günahlardan uzak kalınız. İşaret ettiğimiz gibi doğrulukla ve iyi işlerle amel edenlerle, yasakları bırakanlara, Allah (CC)’ın fazileti inmiş olur. O vakit kişi, nefsini tanıdığı gibi, Rabb’ini tanımış olur ki, Allah (CC)’ın sevgi ve bereketini görür. O (CC)’nun nur ve muhabbeti ile aydınlanmış kişi, İlâhî sıfatları kazanır, yüzü aklaşır, o korkunç günde, kazandığı İlâhî sevgi ve nur, bütün varlığını sarmış olarak kalkar.
Kalbini ıslah etmeyen ve nefsi emmaresini izlemiş olan kişiye, kıyamet gününde: “Bu günü unuttuğunuz gibi, biz de bu gün sizi unuttuk. Yeriniz ateştir, sizlere yardım edecek kimseler yoktur” denecektir. Bizleri, Allah (CC) korusun, kerem ve faziletinden yoksun kılmasın, takva sahibi salih kişilerden, ilmiyle amel eden âriflerden eylesin, âhiret gününde rahmet ve fazilet rızkı ile rızıklandırsın.
Son duamız, kazandıklarımızla bizleri gufranına kavuşturan, yaratılanların şerrinden bizleri kurtaran, üzerimize gelecek beliyyeleri uzaklaştıran, işlerimizde ve amellerimizde kolaylık gösteren, emirlerini tutmamıza yardım eden, kalplerimize ârız olan karanlıklardan kurtarıp aydınlığa kavuşturan, ruhlarımızı ve cisimlerimizi güzellik mıknatısıyla çeken, Âlemlerin Rabbi olan Allah (CC)’a hamd-ü senalar olsun.
O (CC)’nun sevgili kulu, Efendimiz, Şefaatçimiz, ulu makam sahibi, din ilimleri ve gizlilikler emini, Rahmânî rahmetleri indiren, din ilimleri ile manevi ruhları aşılayan, hizmetinde bulunan melekleri kendilerine yaklaştıran, emsalsiz inci, önde giden rahmet, yaradılanları hidâyete yönelten, halkı Hakk’a götüren, bizlere salât ve selâmla hidâyet ve Hakk yolunu gösteren Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz’e salât ve selâmlar olsun…
Ey iki gözüm Şeyh Nezih! Bütün bu yazdıklarımı okuduğuna göre, sana tavsiye ve nasihatim; gıybet ve koğuculuk yapanlarla, şahsî garaz taşıyan aşağılık kimseleri dinlemeyiniz. Bu gibileri, hassas bir terazi olan şeriat terazisi ile tartın. Şunu bilin ki, sizlere açıklamış olduğum bu satırları, kalbinizi aydınlatmak, şüphe ve tereddütlerinizi giderip, sizleri rahata kavuşturmak için yazmış bulunuyorum. Yoksa mektubunuzda bahsettiğiniz kişileri temize çıkarmak için yazmış değilim. Çünkü bazı kimseler de sözünü ettiğiniz kimselerin aleyhinde konuşmuşlardır. Durum böyle olunca, bu işi, sizlerle Allah (CC) arasına bırakırım. Zira bu gibi kimseler bizlerden olmayıp bizler de onlardan değiliz, derim. Bu gibi söz ve davranışlara rızamız yoktur. Size düşen görev ise onlara nasihatlarla mani olmanız, Allah (CC) kelâmı ile korkutmanız, bu suretle kendilerine tarikatın gerçek yolunu göstermenizdir. Tarikat, bir yönden şeriatın özü olup yeryüzünde şeriatın hizmetkârı, diğer yönden de Allah korkusu, ihtiyat ve takvadır.
Size vasiyetim; bizlerle savaşanlardan ve muhalif olanlardan, tarikatımıza ters düşecek bir şey duyarsanız, dinlemeyip mani olmaya çalışın, tasdik etmeyin. İnsan nefsi, günden güne değişik bir hal almaktadır. İlim ehlinden olsun veya olmasın, bu gibilerin nefsi, zaman zaman kendilerine gerçeği bâtıl, bâtılı da gerçek göstermektedir. Size bir örnek gösterebiliriz; tarikatımıza intisabı olan temiz ve nezih kişilerle, Şeyh Abdullah El Habeşî’nin talebeleri arasındaki bazı meselelerden çıkan anlaşmazlıklar gibi… Bu anlaşmazlıklar, insanlar arasında ayrılık, nefret ve manasız dargınlıklar husule getirmiştir ki, şeriatın nazarında buna rıza gösterilemeyeceği, malûmunuzdur. Yine burada da size düşen görev, bu kişilerin arasını bulup barıştırmak ve olayların çıkmasına mani olmaktır. Bir Müslümana kin, gıybet, düşmanlık, koğuculuk, iftira, hususen iki kişi arasında veya toplum içinde fesad çıkarmak, caiz değildir. Hoşgörülü şeriat, buna hiçbir vakit rıza göstermez. Yüce kitabımızda: “Müslümanlar kardeştir, kardeşlerin arasını bulun, barıştırın” emri buyurulmaktadır.
Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimizin bir Hadisleri’nde: “Bir kimse, nefsi için sevdiğini, Müslüman kardeşi için istemez ise mümin olamaz” buyrulmuştur. Müslümanların arasını bulun, Faziletli Şeyh Abdullah Habeşî’nin hatırını sorun. Onun İslâmî bilgisinden ve bizlere olan sevgisinden dolayı, tarikatımız için çalışmasını, aleyhimizde bulunanlara ve İslâm dinine tuzak hazırlayanlara karşı mukavemet etmesini tavsiye ederim. Bizi soracak olursanız, Allah (CC)’a hamd ve şükürler; Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz’e, O (SAV)’nu izleyenlere, bizleri sevenlere, özellikle çocuklarım gibi sevdiğim müridlere salât ve selamlar olsun. Sevgi ve muhabbetimiz berdevamdır. Nasihat olarak ise şu dört satırlık şiirden daha uygun bir şey bulamadım:
Ey Âdemoğlu, anan seni ağlayarak doğurdu!
Sen doğarken çevrendekiler mutluluktan gülüyordu.
Öleceğin gün, onları sevinçle ağlatmak istiyordun
Doğrulukla Rabb’ine gitmeni vasiyyet ediyorum.
Ey aziz Şeyh Nezih! Evliyaların kerâmeti haktır. Evliyaların kerâmetleri ve âdetleri, kitap ve sünnette, onlar için sabit bir haktır. Umumiyetle müşahede ve bazı seleflerden tevatüren gelmiş ve anlatılmış bazı olayların faydalı olanları vardır ki; bunları kalbinizin huzur duyması ve tam kanaat sahibi olmanız için karşılıklı konuşmalı ve görüşmeliyiz.
Evet, ey mahbubum! Kâmil bir mürşid, müridinin ruhu cesedinden çıktığı vakit, Allah (CC)’ın izin ve müsaadesiyle, birçok vakitlerde, yanında hazır bulunur. Size dedem ile ilgili bir örnek vereyim:
Dedem Şeyh Ömer Ziyaeddin (KS) Hazretleri, bir sabah tekkesine gitmek üzere evden çıkar. Fatiha Sûresi’ni okuduktan sonra herkesin duyacağı şekilde: “Yüce Allah (CC), bulunduğu basamakları yükseltsin, Seyyid Şeyh Abdürrahim el Mevlevî, bu gece vefat etmiştir. Ruhunu teslim edinceye kadar ben de yanında bulundum. Ölüm sarhoşluğu anında, Allah (CC)’ın vahdaniyeti hakkında ispat ve delilleri sayarak, konuşuyordu. Ona ‘ispat ve delil olmadan da Allah (CC)’ı tanımaktayım, dersin’ dedim” diye konuştu.
Şeyh Ziyaeddin (KS) ile Abdürrahim merhumun evlerinin arasındaki mesafe, iki günlük yol idi. Allah’a hamd olsun ki, ruhunu tam ve kâmil bir imanla teslim etmişti. Vefatından iki gün sonra gelenlerin verdikleri habere göre, merhumun dünyadan ayrılış saat ve dakikası, dedemin onunla gıyaben konuştuğu saate uyuyordu.
Abdürrahim Mevlevî, o mıntıkanın ileri gelen büyük âlimlerinden idi. Birçok telif kitapları ve kelâm ilminde yazmış olduğu eserleri vardır. Hazret-i Şeyh Ziyaeddin (KS)’in ise pek çok kerâmetleri vardır ki, yanımıza geldiğiniz vakit, size, Allah (CC)’ın izni ile daha açık ve kanaat getireceğiniz hususları anlatırım. Bununla birlikte şunu bilin ki, bütün mucize ve kerâmetler, Allah (CC)’ın izin ve takdirine bağlıdır. O (CC)’nun iradesi dışında hiçbir şeyin çıkarılması veya çıkması mümkün değildir. Hatta O azametli Padişah (CC)’ın iradesi olmayınca, insana ne bir diken batar ve ne de bir iplik kopar. O (CC)’nun emir ve iradesi olmadan, ağaçtan bir yaprak dahi dökülmez.
Rabıta ve ruhanî yardım meselesine gelince, bu konuyu birçok zâhirî ve bâtinî ilim sahipleri açıklamışlardır. Biz, bu hususu size, his yolu ile açıklayalım ki, en koyu inatçı inkârcılar dahi reddedemesinler. Bir kimsenin arabası derin bir vadiye yuvarlanmış olsa, sürücü yalnız olsa, ne yapabilir? Fakat uzaktan kalabalık bir yolcu kafilesinin geldiğini görse ve onlardan yardım istese, onlar da yardım etseler, araba çukurdan çıkarılmış ve huzur ile yoluna devam etmiş olur. Sürücü de bu kalabalık vasıtası ile yok olmaktan, düştüğü tehlikeden kurtulmuş olur. Yardım edenlerin bu fiillerinde bir şirk isnadı var mı? Ölüm tehlikesi geçiren bu insana yapılan yardım veya insan ruhunu kurtarmak üzere velinin yapmış olduğu yardım, insanî bir davranıştır. Bu davranış, doğruluk ve takva yönünden bir yardımdır.
Şimdi Allah için doğruyu söylemelisin. Bu adam, eğer yolculardan yardım istememiş olsaydı, yalnız başına arabasını o yerden nasıl çıkarabilirdi? İşte bir mürid ile şeyhi arasındaki durum ve hal de böyledir. Zira Mürşid, müridine çok kıymetli manevî yardımlarda bulunur. Bu kıymetli yardımlar, müridin iç âlemini düzeltip güzelleştirmek, ters dönen kalbi aydınlatmak işidir ki, müridin Allah (CC)’a doğru yürüyüşünü, tarikat yolunu izlemesini temin eder.
Bununla beraber, gerçek ıslâh edici ve doğru yolu gösterici, Allah (CC)’tır. Hanefî imamlardan, Şeyh Ekmeliddin Hazretleri’nin Şerh-ül Meşarık adlı eserinde anlatıldığı gibi, Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz’in: “Beni rüyasında görenler…” Hadis’inde belirtildiği gibi, bir kimse, bir diğer şahısla uyku halinde veya yarı uyanıklık yani yakaza halinde, aralarındaki münasebet ve rabıta ölçüsünde, bir araya gelip buluşabilir. Bu buluşma, beş usul ve esas üzerine olur:
Bizzat iştirak etme.
Veya sıfatlardan bir sıfat daha yukarı olarak,
Ya da herhangi bir hal üzere,
Bir fiil veya davranış üzere,
Aralarındaki rütbe ve mertebe farkına göre, olabilir.
Bu beş usulden başka bir usul yoktur. Bu iki kişi arasındaki buluşma, mevcut güçleri, aralarındaki anlaşma veya birbirlerine karşı sevgileri ve yakınlıkları derecesinde gerçekleşir. Bu sebepten, Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz’in mazide gelip göçmüş tam ve kâmil olan ruhlarla diledikleri vakitte buluştukları sabittir.
Aşağıda anlatacağım husus, Zülcenaheyn Mevlâna Hâlid-i Bağdadî (KS) Hazretleri’nin telkin ettiği, tarikatın gizli yönlerinden Hakk-el yakîn’in ne olduğunu bilmeyen ve râbıtanın tarikatta bir bid’at olduğunu söyleyen gafiller için bir cevaptır:
Ey aziz dostum Şeyh Nezih! Söyleyeceklerimi iyi dinle! İlkten Şerif Ahmed bin El Hamvî’nin Nefahat-ül Kurb vel İttisal adlı eserinden özet olarak anlatayım: Evliyalar, ruhânîyetlerinin cismânîyetlerine yaptıkları baskılar altında, kendilerine değişik şekil ve surette görünmektedirler. Nitekim Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz, bir Hadis’inde: “Cennet ehlinden bazıları, cennetin her kapısından seslenmektedirler” buyurduklarında, Hazret-i Ebu Bekir (R.A.): “Bir kimse, bu kapıların tümünden aynı anda ve birden cennete girebilir mi?” diye sual buyurmuşlar ve Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem de: “Evet, Allah’tan dileğim, senin de onlardan biri olmandır” buyurmuşlardır.
İmam Şaranî Hazretleri (Rh. A.), El Nefahat-ül Kudsiyye adlı kitabında, zikrin yani Allah (CC)’ı anmanın adabını saymıştır. Bu saydıklarından yedincisi şöyledir: “Bir mürid, mürşidi veya şeyhini iki gözü arasında düşünmelidir.” İşte onlarca en doğru tarikat edebi yani râbıtalardan biridir. Zaten bizde de, yani Nakşibendîyye tarikatı topluluğunda da râbıta edebi bundan ibarettir. Bu konuda yazılan bütün kitaplarda da bu açıklamalar görülür.
Şafiî Mezhebi’nin büyük bilginlerinden Halepli Sefirî ise Buharî şerhindeki (kendisine yalnızlığı sevdirilmişti) cümlesini ele alarak, bu konuyu şöyle anlatmaktadır: “Şeytan, hiçbir zaman kendini Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz gibi gösteremediği gibi, evliya suret ve şeklinde dahi gösteremez.”
Hambelî Mezhebi imamlarından, büyük veli, âlim, efendimiz Şeyh Abdülkadir Geylânî (KS), bunun manasını şöyle açıklamıştır: “Tarikat yolunda yürüyen bir fakirin, evliyalara kalbi râbıtası, yani bağlılığı vardır. Böylece evliya ile zâhirî yakınlığı olmayan kişi, bu bağ ile evliyadan bâtınen faydalanır.” Malikî Mezhebi imamlarından, Muhtasar adlı kitabın sahibi Şeyh Halil (Rh. A.): “Velî olan zatın evliyalığı gerçeklenince, çok değişik şekil ve suretlerde kendini gösterir. Velî için bu hal, imkânsız değildir. Bu suret değişikliği ve görünüşlerin çeşitliliği, şahsında olmayıp, ruhaniyetinde olmaktadır. Bu durum, özellikle, Allah (CC)’ın âriflerince çok bilinir. Bunlardan hiçbiri, bu düşünceye karşı gelmemiştir.”
Bu mesele, takva sahibi büyük evliyalar ve gerçekçiler tarafından doğrulanarak ele alınmıştır. Zamanımızda ilim sahibi olmayanlar veya ilim üzerinde fikir yürütenler, bu gibi hükümleri, özellikle geçmişte hal ehli olan kerametli evliyaların ve büyük âlimlerin doğruladığı bu hususu, nasıl inkâr edebilirler?
Sonuç olarak diyebilirim ki, bu ulu tarikat, necabetli Eshab-ı Kiram (R.A. ecm.)’ın bizatihi tarikatlarıdır; ne eksik ne de fazla yollarıdır. Zannedersem, akıl ve ilim sahipleri için bu kadar açıklamam yeterlidir. Yüce Allah (CC), bir kimseyi aydınlatmamışsa, o kimse karanlıkta ve nursuzdur.
Yüce Efendimiz, Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e, âl ve eshabına salât ve selâmlar olsun.
Hadim-ül Ulema vel Fukara ve-ttarikayn
El Kadiri ve-n-Nakşibendî
Şeyh Muhammed Osman Siraceddin Nakşibendî
Siz de fikrinizi belirtin